Diyelim ki eşimizle bir film izlemek istedik. Bu isteğin nasıl bir yol izleyeceğine adım adım göz atmaya çalışalım.
Önce güzel bir film bulmamız gerekiyor. O bir yandan, biz bir yandan telefonlarımızda birbirimize önerebileceğimiz filmler arıyoruz.
Amacımız, ikimizin de “tamam bu olsun” diyeceği bir film bulmak ki ikimiz de filmi zevkle ve dikkatle izleyebilelim.
Fakat bu sırada dikkatimiz birçok farklı yöne kayabiliyor:
- Ailemizden bir mesaj gelebilir
- Uzun süredir indirim beklediğimiz bir ürünün bildirimi telefonumuza düşebilir
- Canımız aniden bir şey isteyebilir
- Kapı çalabilir
- Dışarıda dikkatimizi çekecek bir hareket veya ses olabilir
- Şiddetli bir fırtına gibi beklenmedik olaylar meydana gelebilir
Ve bunlar sadece birkaç örnek. Siz de benzer durumlarda dikkatinizi dağıtan onlarca farklı şey yaşamışsınızdır mutlaka.
Özetle, film izlemek için film seçmeye çalışırken bile dikkatimiz kolayca dağılabiliyor.
Peki, daha filmin başında odaklanmakta zorlanıyorsak, o filmi gerçekten nasıl izleyip keyif alacağız?
Diyelim ki tüm bu süreci atlattık, filmi bulduk, izlemeye başladık. Filmi anlayabilmek için odaklanmamız şart, ama dikkat dağıtıcı olasılık balonu hâlâ tepemizde:
Her an yeni bir mesaj, bildirim veya başka bir etken dikkatimizi bölebilir. Sonunda kendimizi şu tür diyaloglar yaşarken bulabiliriz:
Eşimiz: Aşkım, sen filmi izliyor musun? Beğenmediysen kapatalım.
Biz: Yok yok, bir bildirim geldi ona baktım, şimdi kapattım devam edebiliriz…
Bu gibi diyaloglar birkaç kez tekrar edince, film keyfi yerini stres ve huzursuzluğa bırakabiliyor.
Bunlar yetmezmiş gibi, yaşadığımız dijital çağda dikkatimizi bölecek etkenler her zamankinden daha fazla.
Kaydırıp durduğumuz sosyal medya akışlarında her saniye farklı bir içerik beynimize yeni bir uyarı yolluyor. Bu da odaklanma süremizi fark etmesek de kısaltıyor.
Bu yazıda, dikkat kavramını felsefi, bilimsel, kültürel, tarihsel ve toplumsal yönlerden inceleyeceğiz.
Dikkat seviyelerimizi nasıl koruyabileceğimizi veya geliştirebileceğimizi sorgulayarak, odaklanmanın modern dünyadaki yerini anlamaya çalışacağız.
Felsefi ve Bilimsel Arka Plan
Felsefi Yaklaşım:
Simone Weil – Dikkatin Ahlakı
Fransız filozof Simone Weil’e göre dikkat, yalnızca zihinsel bir odaklanma becerisi değil; insanın dünyaya, başkalarına ve kendine karşı geliştirdiği en derin etik tutumdur. Weil, dikkatli olmanın iki yönünü vurgular:
Dikkat, gerçek anlamda başkasını görmek demektir.
Ona göre başkasının acısını, ihtiyaçlarını ya da varlığını gerçekten kavramak için dikkatimizi samimi bir şekilde ona vermemiz gerekir. Dikkat, başkalarını nesneleştirmeden, yargılamadan, özenle dinlemektir.
Dikkat, manevi bir eylemdir.
Weil, özellikle eğitim ve düşünce süreçlerinde dikkati bir “dua” gibi görür. Dikkat eden kişi, ego’sunu geri çekip dünyayı olduğu gibi kavramaya çalışır. Bu, insanın kibirden uzaklaşıp tevazu kazanmasını sağlar.
Weil’e göre dikkatin ahlaki değeri, onu bir erdem haline getirir:
Dikkatini geliştiren ve üst seviyeye taşıyan kişi, kendini geliştirdiği kadar topluma, başkalarına ve adalete de katkıda bulunur.
Dikkatsizlik ise hem zihinsel tembelliğin hem de toplumsal kayıtsızlığın kaynağıdır.
José Ortega y Gasset – Modern Zihin ve Dikkatin Dağılması
Birey psikolojisi üzerine derin analizleriyle tanınan İspanyol filozof José Ortega y Gasset’e göre modern insanın zihni, sürekli yaşanan teknolojik ilerleme ve bilgi bombardımanı nedeniyle durmaksızın parçalanır. Bu parçalanma, bireyin odaklanma yeteneğini zayıflatır.
Ona göre dikkat dağınıklığı, yalnızca kişisel bir sorun değil, aynı zamanda modernitenin ürettiği bir felsefi krizdir.
Ortega’ya göre insanlar kendini zamanla içinde yaşadığı teknolojik ve kültürel ortamda kaybetmeye başlamıştır ve o bu durumu “benliğin dağılması” olarak tanımlar.
Ortega’nın bakış açısı kısaca şöyledir:
- Odaklanma kaybını, bireyin kendi özünü ve değerlerini yitirmesiyle eşdeğer görür.
- Ona göre modern zihin, sürekli dış uyaranlarla meşgul olduğu için derin düşünce ve içsel bütünlükten uzaklaşır. Bu durum da toplumsal ve bireysel düzeyde bir boşluk duygusu yaratır.
Ortega’nın yaklaşımı, günümüzde sosyal medya ve dijital ortamların insanların zihinleri üzerindeki etkilerini anlamak için hâlâ güncel ve çarpıcıdır.
Bilimsel Yaklaşım:
Dikkat ve Nöroplastisite
Nöroplastisite, beynin deneyimlere ve alışkanlıklara göre kendini yeniden yapılandırma yeteneğidir.
Modern nörobilim araştırmaları, dikkat ve odaklanma alışkanlıklarının beynin yapısını ve işleyişini kalıcı olarak şekillendirdiğini net biçimde ortaya koyuyor:
Odaklanma beynin “ön singulat korteksi (anterior cingulate cortex ya da ACC)” ve “prefrontal korteksini” güçlendirir, bu bölgeler dikkat kontrolü ve karar verme gibi üst düzey bilişsel işlevlerden sorumludur.
Uzun süre dikkatini toplamaya çalışmak, beyindeki hücrelerin birbirine bağlandığı yolları güçlendirir ve bu yolların kalıcı hale gelmesini sağlar.
Böylece dikkatini vermek giderek kolaylaşır.
Bu döngü gerçekten beyin yakan bir döngü.
Dikkatimizi verdikçe dikkatimizi vermemiz kolaylaşıyor, beynimiz dikkatimizi verdiğimiz konuda güçleniyor, ama dikkatimizi vermemiz de beynimiz güçlendikçe daha da kolay hale geliyor.
Meditasyon, mindfulness ve derin odaklanma egzersizleri üzerine yapılan deneysel çalışmalar, günde birkaç dakikalık düzenli uygulamanın bile beyinde ölçülebilir değişikliklere neden olduğunu göstermektedir
Tersine, sürekli bölünmüş dikkat (multitasking) alışkanlıkları, dikkat süresini kısaltıyor ve beynin odaklanma devrelerinin zayıflamasına yol açıyor.
Kısacası: Nasıl odaklandığımız, beynimizin nasıl işleyeceğini belirler. Dikkatimizi kas gibi düşünebilir ve geliştirebiliriz; çünkü dikkat pratiği beynin nöroplastik kapasitesini harekete geçirir.
Bu konu ilginizi çektiyse şunu da izlemek isteyebilirsiniz:
Not: Türkçe altyazısı var, isterseniz açabilirsiniz.
Dikkat Ekonomisi ve Algoritmalar
Dikkat ekonomisi, teknolojik dünyada en değerli kaynağın kullanıcıların dikkat süresi olduğunu savunan bir yaklaşımdır.
Sosyal medya platformları, haber siteleri ve mobil uygulamalar, kullanıcılarının dikkatini mümkün olduğunca uzun süre yakalayabilmek amacıyla tasarlanır.
Burada bilinçli olarak kullanılan mekanizmalar şunlardır:
Sonsuz kaydırma (infinite scroll)
Kullanıcı, içeriğin bittiği hissine kapılmaksızın aşağı kaydırmaya devam eder. Bu, dopamin salınımını tetikler ve bağımlılık benzeri bir etki yaratır.
Değişken ödül sistemi
Kumar makinelerine benzer şekilde, sosyal medya algoritmaları öngörülemez bildirimler, beğeniler veya yorumlarla kullanıcıyı ödüllendirir; beynin ödül sistemini sürekli meşgul eder.
Kişiselleştirilmiş akışlar
Algoritmalar, kullanıcının önceki etkileşimlerine göre içerik önererek, kişinin dikkatini en çok çeken şeyleri önceliklendirir; bu da herkesin sürekli kendi ile aynı fikirde olduğu fikirlerin içerisinde kalmasına neden olur.
Ayrıca kişiselleştirilmiş reklam gibi içerikler, içerik gibi reklamlar biraz ulvi bir his de verir, “ya tam aklımdan geçiyordu bak istediğim ceket karşıma çıktı, demek ki bu ceket benim almıma yazılmış” diyorsak geçmiş olsun, dikkatimizi yönetmeye çalışan algoritmalar tarafından kandırılmış olma ihtimalimiz yüksek.
Push bildirimleri ve renkli uyarılar
Dikkati çekmek için parlak renkler, titreşimler, sesler ve sürekli bildirimler kullanılır. Bu küçük “tetikleyiciler”, kullanıcıyı uygulamaya geri döndürür.
Algoritmik sıralama
Platformlar “en son” içeriği kullanıcılara göstermek yerine “en çok etkileşim alabilecek” içeriği göstererek kullanıcıyı daha fazla zaman geçirmeye yönlendirir.
Bu şu demek oluyor: insanların beğendiği şeyin ortalamasını alıyor ve sizi bu ortalama insan olarak varsayıp, “e bu kadar insan beğendiyse bu da beğenir heralde diyerek”tabiri caizse o içeriği bize dayıyorlar.
Bunun yanı sıra bu içerik akış beyinlerimizi “bir şey kaçırabilirim” kaygısıyla meşgul tutar.
Sonuç:
Sosyal medya ve uygulamalar, beyinlerimizin ödül beklentisi ve dikkat odakları üzerine yapılan nörobilim araştırmalarından faydalanarak, dikkati satılacak bir ürün olarak görür ve satar. Kullanıcının ekran başında geçirdiği süre, bu uygulamalar için reklam gelirleri, veri toplama ve davranışsal analiz için kullanılan parasal birer değere dönüşür.
Bu yüzden dijital dünyada dikkatini bilinçli şekilde yönetmek, sadece kişisel odak için değil, psikolojik bağımsızlık için de kritik hale geliyor.
Gamma Dalga Aktivitesi nedir?
Beynimizdeki elektriksel iletişim, farklı frekanslarda “beyin dalgaları” şeklinde ölçülebilir.
EEG (elektroensefalografi) cihazlarıyla ölçülen bu dalgalar, saniyede kaç kez titreştiklerine (Hertz/Hz) göre sınıflandırılır.
Gamma dalgaları, yaklaşık 30-100 Hz frekans aralığında olan, beynimizin en hızlı dalgalarından biridir.
Araştırmalar, yoğun odak gerektiren anlarda (örneğin bir problemi çözmek, bir müzik parçasını dikkatle ve hatasız çalmaya çalışmak, tehlikeye karşı tetikte olmak) beynin gamma aktivitesinin belirgin şekilde arttığını gösteriyor.
Bu artış, beynin farklı bölgelerinin senkronize çalışmasını, yani “aynı anda aynı konuya odaklanmasını” sağlıyor. Kısacası gamma dalgaları, beynin dikkat konusundaki odak noktası gibi çalışır: neye odaklanıyorsak, ilgili bölgeler yüksek hızda iletişime geçip oraya enerji harcıyor.
Çok enteresan geliyor bu durum bana.
Olumlu şeylere odaklandığımızda, olumlu konularla ilgili dikkat ağlarımız güçleniyor; olumsuzlara odaklandığımızda ise o olumsuz bağlar güçlenerek daha fazla olumsuz şeye dikkatimizin kaymasına neden oluyor.
Sanki kendi cennetimizi ya da cehennemimizi yaratabilmenin anahtarı elimizde gibi.
EEG bulgularında nasıl görülüyor?
Deneklerin dikkatlerini bir şeye odakladığı deneylerde EEG’de gamma frekanslarının güç kazandığı (amplitüdünün arttığı) gözlemleniyor.
Peki bilim insanları bu odaklanmayı nasıl ölçüyor?
Örneğin meditasyon yapan deneyimli rahiplerin veya profesyonel müzisyenlerin EEG’lerinde, derin odak anlarında güçlü gamma aktivitesi kaydediliyor. Bu, beynin odaklandığı görevi işlerken yüksek performanslı bir modda çalıştığını gösteren bir imza gibi.
Neden önemli?
Gamma aktivitesinin güçlü olması, dikkati toplamak, bilgiyi işlemek ve farklı beyin bölgeleri arasında bağlantı kurmak için büyük bir önem arzediyor. Uzun süreli dikkat eksikliği yaşayan kişilerde gamma gücünün zayıf olduğu bazı çalışmalarda gösterilmiş.
Bu yüzden odaklanmayı geliştirmek, gamma aktivitesini de destekleyebilir.
Toplumsal, Kültürel ve Tarihsel Perspektif:
Dikkatin ve odaklanmanın nasıl eğitildiğini anlamak için hem kendi kültürümüzde hem de tarih boyunca etkilendiğimiz kültürlerdeki uygulamalara bakmak, konunun derinliğini kavramak açısından bize ilham verebilir diye düşünüyorum.
Türk-İslam kültürü
Mevlevi Sema Ayini:
Mevlevilikte dervişlerin sema sırasında yaptıkları dönüş hareketleri, zihni dünyadan koparıp tek bir odak noktasına yönlendirmeyi amaçlar.
Müzik, ritim ve beden hareketinin birleşimi, dikkatin bütüncül bir deneyimle eğitilmesini sağlar.
Osmanlı Hat Sanatı:
Hattatlar, yazıyı estetik biçimde oluştururken her harfe ve çizgiye yoğun dikkat verirlerdi.
Uzun süren hat meşkleri, sabır ve odaklanma pratiğiyle zihni eğitmenin bir yoluydu.
Selçuklu Medrese Eğitimleri:
Selçuklu döneminde medreselerde yapılan derslerde öğrenciler, dikkatlerini uzun süre metinlere ve tartışmalara vermeye alıştırılır; odaklı düşünme becerileri geliştirilirdi.
Anadolu kültürü
Ahi Teşkilatı’nın Zihinsel-Disiplin Eğitimleri:
Anadolu’da esnaf örgütlenmesinin temelini oluşturan Ahilik’te, meslek eğitimine ahlaki ve zihinsel disiplin de dâhildi. Usta-çırak ilişkisi içinde yapılan eğitimlerde dikkat ve özdenetim geliştirilir, hatasız iş yapma ideali aşılanırdı.
Tasavvufi gelenek, Arap ve Fars etkileri
Zikr Halkaları:
Osmanlı coğrafyasında yaygın olan ve Arap-Fars kültürlerinden de etkilenen zikir halkalarında, tekrarlanan ilahiler ve ritmik hareketlerle odaklanma derinleştirilirdi.
Gerçek Problem ve Çözüm Önerileri
Problem:
Aman bildirimleri kaçırmayalım diye her gelen uyarıda telefonu hemen elimize alıyoruz.
Takip ettiğimiz içerikler sürekli yenileniyor.
Daha çok para kazanmak için üzerimizde sürekli iyi performans gösterme baskısı ve bilgi bombardımanı var; bu da dikkat süremizi saniyelere indiriyor.
Çözüm Önerileri:
Ama anlıyoruz ki dikkatimizi toplamamız gerekiyor; iyi olan, bize huzur veren şeylere odaklandıkça nöron bağlantılarımız güçlenir ve dikkatimizi onlara vermek giderek kolaylaşır.
Belki şöyle şeyler deneyebiliriz:
Dikkat günlüğü tutmak:
Gün içinde hangi saatlerde odaklanabildiğimizi, hangi anlarda dikkatimizin dağıldığını not alabiliriz.
Bildirim diyeti:
Gün içinde hangi saatlerde bildirimlere izin vereceğimizi netleştirmeyi deneyebiliriz ve böylece dikkatimizi koruma seviyemizi güçlendirebiliriz.
Bildirimlerin rastgele gelmesini engellemek, zihnimizin sürekli tetikte kalmasını azaltabilir. Bu sayede odağımızı gerçekten değer verdiğimiz işlere veya anlara daha rahat yönlendirebiliriz.
Zihinsel molalar
50 dakikalık odaklanma süresinin ardından 10 dakikalık farkındalık temelli dinlenme araları vermeyi deneyebiliriz.
Bu döngü, zihnimizin tazelenmesini ve sonraki odak sürecine daha verimli başlamamızı sağlayabilir. Ayrıca dikkat süremizi kademeli olarak uzatmaya da yardımcı olabilir.
Mikro-meditasyon
Gün içinde 1-2 dakikalık nefes odaklı kısa dikkat toplama egzersizleri yapmayı deneyebiliriz. Bu minik molalar, zihnimizin dağılmasını önleyebilir ve gün boyu odak seviyemizi daha istikrarlı tutmamıza yardımcı olabilir. Ayrıca stresin birikmesini engelleyerek kendimizi daha sakin ve dengede hissetmemizi sağlayabilir.
Sonuç ve Okuyucuya Mesaj
Dikkat dediğimiz şey, sandığımız gibi sadece zihinsel bir beceri değil. Kalbimizden kültürümüze, tarihimizden vücudumuzun biyolojik ritmine kadar uzanan kocaman bir yetenek ağı gibi aslında.
Kendimize karşı dürüst olmakta fayda var, kaybettiğimiz dikkati geri kazanmak öyle “bildirimleri sessize aldım, her şey çözüldü” diyerek bitmeyecek.
Beynimizin otomatik pilotunu değiştirmeyi, reflekslerimizi dönüştürmeyi de gerektiriyor.
O zaman size bir soru:
Bugün dikkatinizi gerçekten istediğiniz şeye verebildiniz mi, yoksa dikkatiniz başkalarının planladığı yere mi sürüklendi?
Unutmayalım ki dikkatimizi nereye verirsek, hayatımız da oraya akıyor. Dikkat, sadece odak değil; kim olduğumuzu ve kim olacağımızı belirleyen en güçlü seçimdir.
Bir sonraki yazımda, varoluşsal kriz konusuna dalıp; kim olduğumuzu, neyi gerçekten istediğimizi ve bu soruların hayatımızı nasıl şekillendirdiğini konuşacağız.
O zamana kadar sevgiyle kalın.