Bilgiden Eyleme Geçememenin Anatomisi
Her zamanki gibi konuya derinlemesine girmeden önce, basit ve hepimizin başından geçmiş olabileceğini düşündüğüm bir durumla giriş yapmak istiyorum.
Bu kez spora kesin başlıyorum deriz, gerçekten de başlarız; çünkü kararlıyızdır. Fakat bir bahanemiz olur (bir toplantı çıkar, birinin doğum günü olur vs.) ve o gün spora gidemeyiz. Aradan biraz zaman geçer ve bir bakarız ki spora gitmeyi tamamen bırakmışız.
İyi de, bu hepimizin başına geliyorsa bu zaten evrensel bir çatışma olmalı, değil mi?
Aslında gerçekten de öyle.
Ama bunu aşmak için bir şey yapamaz mıyız?
Hadi birlikte inceleyelim.
Bu yazıda, neden rasyonel olarak doğru bulduğumuz şeyleri uygulamada zorlandığımızı; zihinsel direncin kaynağını, sonuçlarını ve bunu aşmak için neler yapılabileceğini felsefi ve bilimsel perspektiflerle ele alacağız.
Konunun Felsefi ve Bilimsel Arka Planı
Felsefi Arka Plan
Akrasia ve İrade Sorunu
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik kitabında “akrasia” adını verdiği kavramla, duyguların ve arzuların nasıl akla baskın geldiğini anlatır.
Ona göre akrasia, insanın ne yapması gerektiğini bilse de doğru olanı yapmaktan kendini alıkoymasıdır.
Türkçeye genellikle “irade zayıflığı” ya da “kendine hakim olamama” olarak çevrilir.
Burada iki durumdan söz edilebilir:
Birincisi, bilerek yanlış yapan (kötü niyetli) kişi.
İkincisi ise, akrasia durumunda olan, yani doğruyu bilen fakat tutkuları ve arzuları tarafından yönlendirilen, kararsız ya da direnci düşük kişidir. Bu kişi kötü niyetli değildir; sadece iradesi zayıf kalır.
“Zayıf irade” ifadesi sert görünse de, Aristoteles’in amacı insan doğasındaki bu kırılganlığı anlamaktır.
Aristoteles’e göre çözüm yolları şunlardır:
Erdemli alışkanlıklar kazanmak (ethos):
Erdemli bir duruş sergilemek, bizi zorlasa da verdiğimiz kararların arkasında durmak ve bu duruşu düşünmeden uygulayacağımız alışkanlıklar haline getirmek gerekir.
Pratik aklı geliştirmek (phronesis):
Teorik olarak bir bilgiyi bilmek tek başına yeterli değildir. Asıl önemli olan, o bilgiyi ne zaman ve nasıl hayata geçireceğimizi aklımızla yönetebilmektir.
Dengeyi bulmak (mesotes):
Aşırılıklardan kaçınmak, arzular ile akıl arasında bir denge kurmak gerekir. Gerçekten erdemli bir hayat için bu dengeyi sağlayan bir iç disiplin şarttır.
Stoacılık ve İçsel Tutarlılık
Stoacılığa göre erdemli bir yaşam, doğaya uygun yaşamakla mümkündür. Ancak burada “doğa” yalnızca biyolojik doğayı değil, insanın akıl sahibi oluşunu da kapsar.
Stoacılar, aklın rehberliğinde tutarlı bir şekilde yaşamanın temel olduğunu savunurlar.
Onlara göre:
Niyet:
Akıl tarafından yönlendirilmiş, erdemli olmayı hedefleyen içsel kararlardır.
Eylem:
Dış dünyaya yansıyan davranışlardır.
İçsel tutarlılık ise, niyet ve eylem arasındaki farkın ortadan kalkmasıdır.
Bu noktada, Marcus Aurelius’un ilham veren şu cümlesi üzerine biraz düşünmekte fayda görüyorum:
Doğru olanı bildiğin halde onu yapmıyorsan, kendine ihanet ediyorsun.
Öz-Yabancılaşma
Öz-yabancılaşma, insanın kendi iç dünyasıyla, değerleriyle ve potansiyeliyle kurduğu bağın zayıflamasıdır. Birey artık kendini tanıyamaz hale gelir; neyi neden yaptığını bilmeden, başkalarının beklentileri ya da alışkanlıkların güdüsüyle yaşamaya başlar.
Felsefede bu kavram Stoacılarda ve varoluşçularda öne çıkar.
Stoacılara göre:
Kişi doğasına uygun yaşamadığında, yani aklını ve erdemi rehber edinmediğinde kendisine yabancılaşır.
Sartre’a göre:
Kişi özgür seçim yapmaktan kaçındığı her durumda, otantik benliğinden uzaklaşır.
Bu yabancılaşma hali, niyet ile eylem arasındaki uçurumun da temel nedenidir. Kişi bir şeyi ister ama başka bir şeyi yapar; çünkü artık o “isteyen kişi” olmaktan çıkmış, kendi benliğinden kopmuştur.
Bilimsel Arka Plan
Beynin Otomatik ve Bilinçli Sistemleri
Nobel ödüllü psikolog Daniel Kahneman, insan zihnini iki temel sistem şeklinde ele alır:
Sistem 1:
Hızlı, sezgisel, otomatik ve çaba gerektirmeyen düşünme biçimidir.
Sistem 2:
Yavaş, analitik, bilinçli ve çaba gerektiren düşünme biçimidir.
Sistem 1 alışkanlıklarımızı, Sistem 2 ise bilinçli irade ve analitik düşünceyi yönetir.
Günlük hayatımızın büyük kısmı, alışkanlıklarımızla çalışan Sistem 1 tarafından yönetilir.
Bu sistem hızlı kararlar verir; örneğin bir yemeği görüp aniden yemek istemek, sosyal medyada düşünmeden tepki vermek ya da ertesi sabah için kurulan alarmı hiç düşünmeden ertelemek gibi…
Her biri, Sistem 1’in otomatik tepkileridir.
Sistem 2 devreye girdiğinde ise, içsel bir frenleme sağlar. “Gerçekten bunu yemem gerekiyor mu?”, “Bu kararın uzun vadeli sonucu ne olacak?” gibi sorular soran ve bizi daha bilinçli bir eyleme yönelten taraftır.
Ancak Sistem 2'nin çalışması enerji ve çaba ister. Tam da bu yüzden çoğu zaman devreye girmesine izin vermeyiz.
Nörobilim Perspektifi: Alışkanlık Döngüsü ve Zihinsel Savaş Alanı
Beynimiz, davranışlarımızı yöneten iki ana sistem arasında sürekli bir çatışmaya sahne olur:
- Limbik sistem (duygusal beyin)
- Prefrontal korteks (mantıklı, planlayıcı beyin)
1. Alışkanlık Döngüsü
Bir davranış alışkanlığa dönüştüğünde, beyin artık onu otomatikleştirir. Bu süreç üç aşamalı bir döngü şeklinde işler:
- İpucu: Bir tetikleyici (saat, koku, duygu)
- Davranış: Otomatik yanıt
- Ödül: Beynin haz alması
Bu döngü, limbik sistemin kontrolünde yürür. Özellikle bazal gangliyon gibi yapılar, tekrar eden davranışları tanır ve bilinçli düşünmeye gerek kalmadan onları devreye sokar. Bu nedenle kötü alışkanlıklar “bilmeden” tekrar tekrar yapılır.
2. Limbik Sistem vs. Prefrontal Korteks
Limbik sistem haz odaklı çalışır. Anında tatmin ve duygusal rahatlama dürtüleriyle bizi yönlendirir.
Prefrontal korteks ise uzun vadeli planlar yapan, muhakeme yürüten ve erteleme becerisine sahip olan beyin bölgesidir. “Şimdi istemiyorum ama sonra yaparsam daha iyi olacak” diyebilen sistem budur.
İrade çatışması ise tam da burada yaşanır:
Limbik sistem:
“Hiç mi mutlu olmayalım yahu, ye gitsin şu tatlıyı” derken,
Prefrontal korteks:
“Yahu dinleme şu manyağı, sağlıklı olmak daha iyi, boş ver yeme” der.
Bu çatışma her tekrar ettiğinde, kazanan taraf alışkanlıklarımızı ya da öz-disiplinimizi belirler.
Nörobilim bize şunu gösteriyor: Bir davranışı ne kadar bilinçli tekrar edersek, prefrontal korteks devreye o kadar fazla girer ve zamanla bu yeni davranış limbik sistemde de yer edinerek yeni bir alışkanlığa dönüşür.
Psikolojik Arka Plan
Bilişsel Uyumsuzluk, Erteleme ve Motivasyon Engelleri
Bilişsel Uyumsuzluk
Birey, kendi değerleriyle çelişen bir davranış sergilediğinde zihinsel bir huzursuzluk yaşar.
Örneğin sağlıklı yaşamaya karar verip gece geç saatte abur cubur yiyen biri, içten içe “kendine ihanet ettiğini” hisseder. Bu çelişkiye bilişsel uyumsuzluk (kognitif disonans) denir.
Zihin, bu uyumsuzluğu gidermek için ya davranışı değiştirir ya da kendine bahaneler üretir:
“Zaten çok stresliyim, bir kereden bir şey olmaz.”
Bu noktada birey, ya kendine karşı dürüst kalır (içsel tutarlılığını korur) ya da savunma mekanizmalarıyla yüzleşmekten kaçar.
Erteleme
Erteleme, bilişsel uyumsuzluğun en yaygın dışavurumlarından biridir. Kişi yapmak istediği bir şeyi “şimdi” yapmayarak geleceğe erteler. Çünkü:
- Alışkanlık haline gelmiş davranışlar hızlı haz ister, çaba gerektiren işlerden kaçınır.
- Limbik sistem, rahatsızlık veren görevlerden kaçmak ister.
- Prefrontal korteksin “yapmalısın” sesi ise bu ikisi tarafından susturulur.
Bu durumda birey, içten içe ne yapması gerektiğini bilir ama harekete geçemez. İşte bu da içsel çatışmanın başka bir şeklidir.
Motivasyon Engelleri
Motivasyon eksikliği çoğu zaman tembellikten değil, belirsizlikten, korkudan ya da değersizlik hissinden kaynaklanır.
Kişi, bir işi yapmaya enerjisi olmadığını değil, o işe anlam veremediğinden erteleme ihtiyacı duyduğunu fark etmelidir.
Bazı engeller şunlardır:
- Ya başaramazsam? korkusu (mükemmeliyetçilik)
- Neden yapıyorum ki? sorusu (anlamsızlık)
- Zaten çok geç düşüncesi (umutsuzluk)
Motivasyonu sürekli dışsal faktörlere bağlayan biri, zamanla kendi iç sesini kaybeder ve öz benliğinden uzaklaşır. Bu da öz-yabancılaşmanın başka bir yüzüdür.
Gerçek Problem ve Çözüm Önerileri
Problem:
Ben insan vücudu sistemini bir makine olarak adlandırıyorum. Öncelikli problem, makineyi gerçekten tanımıyor oluşumuz.
Her toplanmada arkadaşlara bıkmadan usanmadan açmaya çalıştığım bir konu var, hatta bu konuya önceki yazılarımda da değinmiştim:
Evren nasıl ki sürekli bir döngü içinde (gece gündüz döngüsü, gezegenlerin hizalanma döngüsü) insan da bu döngünün bir parçasıdır, ister istesin ister istemesin.
Gece uyuruz, sabah kalkarız, yeriz içeriz, dışkılarız.
Bu döngü bununla da kalmaz.
Makine dedik başta; bu makine bir yakıtla (yemek, su) çalışıyor ve maksimum verimli çalışabilmek için, bilinci mümkün oldukça kısarak her döngüsel davranışımızı düşünmeden harekete geçiren bir sistem işliyor.
Tek amacı döngüyü sürdürmek olan bu sistem, bizim mutlu ya da mutsuz, sağlıklı ya da sağlıksız, var ya da yok olmamızla pek ilgilenmez. Döngüsel davranışlarımızı kontrol edemediğimiz ölçüde de, irademizden uzak, farkında olmadan sürekli tekrar eden hayatlar yaşamamıza yol açar.
Çözüm yolları:
Sürekli tekrar etmekten bıkmadığımı bilerek, stoacı ritüellere tekrar dikkatimizi vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Öncelikli derdimiz, dürüst bir biçimde yaşadığımız her olaya “Bu olay bizim kontrolümüzde mi, değil mi?” diye bakmak olmalı.
Çünkü bunu başarabilirsek, bize kötü hissettiren, hoşumuza giden ya da gitmeyen ve bizim kontrolümüzde olan tüm döngüleri istediğimiz şekilde yeniden düzenleyebiliriz.
Biraz da bilimsel olarak neler yapılabilir, buna bakalım:
Alışkanlıkların gücünü bilim dünyası uzun zamandır araştırıyor. Beynin bir davranışı tekrar ettikçe o davranış için bir “yol” açtığını, adeta otomatik pilota geçtiğimizi biliyoruz. Bu yüzden yeni bir alışkanlık kazanmak ya da eski bir alışkanlığı bırakmak bir günde olacak bir şey değil.
Ama imkansız da değil. Bilimsel bir bakış açısıyla şu yöntemler denenebilir:
Mikroadımlar:
Küçük, ulaşılabilir hedeflerle başlamak, beynin büyük değişime direnç göstermesini engeller.
Örneğin, her gün 30 dakika kitap okumak yerine, “her akşam sadece bir sayfa okuyacağım” demek ve gerçekten bir sayfa okuduğunda kendini başarılı saymak. Zamanla bu küçük başarılar birbirini tetikler ve alışkanlık yerleşmeye başlar.
Alışkanlık zincirini kırmak:
Öncelikle o alışkanlığı tetikleyen anı veya ortamı fark etmek gerekir. Bir sigara tiryakisiysen, sigaraya en çok ne zaman ve nerede uzandığını gözlemle. O tetikleyici anda başka bir davranış koymaya çalış: kısa bir yürüyüş, su içmek, derin nefes almak gibi.
Hedef küçültme:
Değişimi ulaşılabilir kılmanın bir başka yolu da budur. Beyin, büyük hedefler karşısında ya “hemen sonuç” ister ya da tamamen vazgeçer. Bu yüzden büyük resmi küçük parçalara bölmek, süreci sürdürülebilir kılar.
Sonuç olarak, değişim gözümüzde büyüdükçe başlaması zorlaşır.
Bilim bize diyor ki: Küçükten başla, düzenli tekrar et, kendine şefkatli davran.
Çünkü bir alışkanlığı kırmak ya da yenisini edinmek bir irade testi değil; sistemli ve sabırlı bir yolculuktur.
Biliyorum, araştırıp öğrenip yazıya dökmek ile uygulamak aynı anlama gelmiyor. Ben de spor konusunda istediğim kadar iyi dikiş tutturamadım; ama yine de kendimi gözlemlediğimde, bu yolları sıkı bir şekilde takip ettiğimi ve alışkanlık döngülerimi genelde kontrolüm altında tutabildiğimi görüyorum.
En güzel örneğin kendisi de bu yazılar sanıyorum.
Eskiden beri hep aklımdadır; bir kitap yazayım, bir şeyler karalayayım diye…
Hep bir bahanem çıkar, ertelerim.
Yaklaşık 10 hafta önce bu döngüyü kırmaya karar verdim. Belki bir gün kitaba dönüştürebilirim niyetiyle her hafta bu yazıları yazmaya karar verdim.
Bu kararı hiç aksatmadan her hafta tekrar ettim.
Biliyorum, mikro adımlar ve hedef küçültme…
Ama büyük sorunları bir anda çözemiyorsak, onu çözülebilecek küçük sorunlara bölüp, alışkanlık döngümüzü kontrol altına alarak o şekilde adım adım çözmek yapabileceğimiz en doğru şey sanırım.
Sonuç ve Okuyucuya Mesaj
Bilgiyi uygulamaya geçirememe; yalnızca bir irade meselesi değil, insan doğasının ve beyin yapımızın öntanımlı şekilde bizi bu yöne itmesinin de bir sonucu.
Yapabileceğimiz şey, farkında olmak ve kontrolümüzde olmayan şeyleri bir duygu yüklemeksizin olduğu gibi kabul etmek; kontrolümüzde olan şeyleri ise olumluysa sabit tutmayı, olumsuzsa da değiştirmeyi hedeflemek.
Hayat zaten kendi başına bir mücadele; bari kontrol edebileceğimiz şeyler gerçekten bizim kontrolümüzde olsun.
Böylece hayat “başımıza gelen bir şey” olmaktan çıkıp, “inşa ettiğimiz bir şey” olmaya doğru şekillenir.
Peki sen en çok hangi alanda bilgiyle eylem arasında kayboluyorsun? Sence asıl engel ne?
Gelecek hafta, geçmiş ve gelecek arasında savrulurken neden ‘şimdi’de kalmakta zorlandığımızı konuşacağız.
O zamana kadar, sevgiyle kalın.