Hisset, Farket, Dönüş: Zihin ve Bedenin Uyum Yolculuğu

Bazen her şey yolundayken, mesela iyi bir uyku çekmişken, güzel yemekler yemişken, spor yapmış, huzurlu müzik dinlemişken, tabiri caizse, huzurumuz tam olarak yerinde olması gerekirken, üstümüzde bir yorgunluk, gerginlik, evrenle uyumsuzluk hissi çöker.

Sanki günlerdir uyumamış, aç kalmış, başımıza kötü bir şeyler gelmiş, ve oraya yığılıvermiş gibi hissederiz.

Sonra üstüne bir düşünürüz, neden olmuş olabilir? Düşün, düşün… Yok… Bir sebebi yok, sadece bir mod düşüklüğü, huysuzluk.

Sanki görünmeyen bir şey olmuş, biz de bir şekilde bu gelen sinyalleri bastırmışız, ve beden hop kardeş bi dur ya biz de makine değiliz dermiş gibi bir durum meydana gelir.

Bu yazıda biraz bu durum hakkında düşünmek, kafa yormak ve beden-zihin uyumunu yakalayarak sebebini bilmeden oluşan bu kaygı, yorgunluk ve huzursuzluk hissini kendi lehimize nasıl çevirebiliriz bunu irdelemeye çalışacağım.

Duygusal dönüşüm diyoruz, bedenen ve ruhen sağlamlık için uğraşıyoruz, bu durumu irdelemezsek eksik kalırdı.

Her zaman olduğu gibi filozoflar, bilim insanları ve toplumun bu konudaki yaklaşımları üzerinden ilerlemeye çalışacağım.

Konunun Felsefi ve Bilimsel Arka Planı

Felsefi bakış açısı:

Merleau-Ponty: “Bedende Düşünmek” Nedir?

Merleau-Ponty, 20. yüzyılda Fransa’da gelişen ve insan deneyimini anlamaya odaklanan fenomenoloji akımının en önemli temsilcilerindendir.

Temel savı şudur: Düşünce, yalnızca zihinsel bir faaliyet değil; aynı zamanda bedensel bir deneyimdir.

Bu bakış açısı, klasik felsefede yaygın olan beden-zihin ayrımına doğrudan bir karşı çıkıştır.

Merleau-Ponty’ye göre beden, zihinden önce gelir. Yaşanan her şey önce beden tarafından algılanır; zihin bu algıyı ancak sonra yorumlar.

Konuyu fazla uzatmadan şöyle özetleyebiliriz:

“Düşünüyorum, öyleyse varım” demek yerine,
“Bedenimle algılıyor, bu algı üzerinden dünyaya anlam veriyorum; öyleyse varım” demek, Merleau-Ponty’nin yaklaşımına daha yakındır.


Spinoza: Zihin ve Beden Birliği

En sevdiğim filozoflardan biri olan Baruch Spinoza’ya göre zihin ve beden, birbirinden ayrı iki varlık değil; aynı gerçekliğin iki farklı görünüşüdür.

Ona göre evrende yalnızca tek bir “töz” (substance) vardır. O bunu Tanrı ya da Doğa (“Deus sive Natura”) diye algılar.

Bu töz, hem zihinsel hem de fiziksel özellikleri kapsar. Yani hem düşünür, hem de yer kaplar.

Bu bakış açısı, Descartes’ın düalist (ikili) anlayışına kökten bir alternatif sunar. Descartes, zihni bedenin dışında, ayrı bir öz olarak görürken; Spinoza için zihin, bedenin içsel bir ifadesidir.

Bedenin durumu = Zihnin durumu

Spinoza’nın düşüncesine göre:

Zihin, bedenin “fikir” halidir.

Yani bedenimizde olan her şey (duyular, hareketler, içsel durumlar) zihnimiz de onun paralel bir karşılığını taşır.

Ona göre zihin ve beden ayrı değil; aksine aynı şeyin farklı anlatımları gibidirler.

Bir müziğin hem notası hem de sesi gibi.


Descartes’ın Dualizmi: Zihin ve Bedenin Ayrılığı

René Descartes, modern felsefenin kurucularından sayılır ve özellikle “düşünüyorum, öyleyse varım” (cogito ergo sum) sözüyle tanınır.

Bu düşünceyi temel alan anlatısında, insan varlığını iki ayrı töz (substance) üzerine kurar:

  1. Res cogitans: Düşünen şey (zihin, bilinç, ruh)
  2. Res extensa: Uzamda yer kaplayan şey (beden, madde)

Yani Descartes’a göre zihin ve beden:

  • Farklı özelliklere sahiptir (biri düşünür, diğeri uzamda bulunur -yani yer kaplar-),
  • Ayrı varlıklardır ama insanı birlikte oluştururlar,
  • Aralarında doğrudan etkileşim olabilir (örneğin duyguların bedeni etkilemesi), ama doğaları bütünüyle farklıdır.

Yine bir ara bilgilendirme yapsam iyi olur, bu felsefi bakış açılarını paylaşırken birinden birini seçmek yerine hepsini anlayarak, nasıl bakış açıları olduğunu görerek, içinden kendi felsefi bakış açımı damıtmak gibi bir eğilimdeyim, sizi de oraya çekmeye gayret ettiğimi bilmenizi isterim.

Descartes’ın bu bakış açısı ne gibi sonuçlara yol açtı?

Bu görüş, yüzyıllar boyunca Batı düşüncesinde derin bir iz bıraktı.

  • Zihin bedeni yönetir dendi; beden ise pasif bir makine gibi algılandı.
  • Ruh ve beden ayrı varlıklar gibi ele alındı; akıl-duygu çatışması gibi konular irdelendi; zihinsel olanın “üstün”, bedensel olanın “aşağı” görülmesi gibi sonuçları oldu. 
  • Tıpta da psikolojik sorunlar ile bedensel hastalıkların ayrı ele alınmasına yol açtı (psikosomatik ilişkilerin uzun süre göz ardı edilmesi gibi).

Bilimsel bakış açısı:

Somatik Duyumlar: Bedenin İçinden Gelen Bilgelik

“Somatik” kelimesi, Yunanca “soma” (beden) kökünden gelir.

Somatik duyumlar, bedenin içinden gelen; dış dünyaya değil, kendi içsel durumuna dair sinyallerdir.

Bunlar düşünceyle değil, bedensel farkındalıkla algılanır.

Başlıca somatik duyum türleri:

Interosepsiyon:

İç organlardan gelen sinyalleri fark etmek.

Mesela kalp atışlarımız hızlandığında bu yüzden heyecanlı bir şey olacakmış gibi gelir, ya da midemiz kasıldığında kendimizi başımıza bir şey gelecekmiş gibi anksiyete halinde hissederiz.

Propriosepsiyon:

Kaslar, eklemler, duruş ve hareketle ilgili farkındalık.

Mesela gözünüzü kapatın. Elinizin ya da ayağınızın nerede olduğunu düşünmenize gerek kalmaksızın bilmenizi sağlayan bu somatik duyumdur.

Bu, hareketle birlikte “bedende düşünme” hissinin temelini oluşturur.

Vestibüler duyum:

Denge ve yön hissini sağlayan içsel duyum sistemidir.

Bu sistemde bir arıza meydana geldiğinde (ki hepimize olmasa da hepimizin bir yakınına mutlaka olmuştur: bir dönme dolap ya da roller coaster’a binilir, kulaktaki kristaller yerinden oynar ve kişi bir süreliğine yolda yürüyemez hale gelir) bu durumun uzaması, zihinsel dengeyi de etkiler.

İnsan daha huzursuz, daha sinirli, daha tahammülsüz olabilir.

Somatik duyumlar, bedenin zihne sessizce söylediği şeylerdir.

Duymazsak beden bağırır. Dinlersek rehber olur.


Vagus Siniri: Bedenin Bilinçaltı Mesaj Taşıyıcısı

Vagus siniri, bedenimizdeki en uzun ve en karmaşık kranial sinirdir. Beyinden çıkar, yüz, boğaz, kalp, akciğerler, mide ve bağırsaklara kadar uzanır.

Neden önemli?

Otonom sinir sisteminin parasempatik parçasıdır. Yani “sakinleşme”, “hazmetme”, “iyileşme” gibi durumları yönetir.

Beyinle beden arasındaki çift yönlü iletişimi sağlar.

%80’i bedenden beyne bilgi taşıyan sinirdir. Buradan da şunu çok net anlayabiliriz:

Zihin, çoğu bilgiyi bedenden öğrenir.

Duygularla ilişkisi:

Vagus tonusu (gerilimi, gücü) yüksek olan kişilerde, stresle başa çıkma, duygusal regülasyon ve içsel denge daha kolaydır.

Tonusu düşükse: kronik kaygı, sindirim sorunları, uyku bozuklukları, sosyal geri çekilme gibi etkiler ortaya çıkabilir.

Duygular sadece “zihinsel” değil; vagus aracılığıyla bedensel olarak yaşanır.

Kalbin, midenin, ciğerlerin düşüncelerimizle konuştuğu bir kanal gibi düşünebiliriz.

Başımızdan geçen çok stresli, üzüntülü anlarda bize ne dendiğini hatırlayalım:

Derin bir nefes al. Bunu yaparsan sakinleşeceksin.

İşte bunun sebebi de şudur: Derin nefes alırsak diyaframımız vagus sinirimize baskı yapar, o da zihnimize: sakin ol, her şey yolunda mesajı verir, sakinleşiriz.


Duyguların Fizyolojik Temsili: Beyin Beden İletişimi

Amigdala: Duygusal Alarm Merkezi

Amigdala, beynin derinliklerinde yer alan badem şeklinde bir yapıdır ve özellikle korku, tehdit, öfke gibi yoğun duyguların işlenmesinde kilit rol oynar.

İçsel bir alarm sistemi gibidir:

Tehlike algıladığında, henüz “ne olduğunu” tam anlamadan bedenin savaş ya da kaç tepkisini tetikler.

Bu durum:

  • Kalp atışımızı hızlandırır
  • Nefes alış verişimizi hızlandırır
  • Kaslarımızı gerer
  • Sindirimimizi yavaşlatır
  • Tüm dikkatimizin tehdide yönelmesini sağlar

Duygu burada “bir düşünce” değil, bir fizyolojik olaylar zinciridir.

Prefrontal Korteks: “Düşünmeden önce hissetmek”

Amigdala anında devreye girerken, ön beyin (prefrontal korteks) duyguyu yorumlama ve düzenleme görevini üstlenir.

Ama bu işleyiş her zaman dengede olmaz:

  • Amigdala çok hızlı ve güçlü çalıştığında, mantıklı düşünme devre dışı kalabilir (örn. panik anı, öfke patlaması).
  • Prefrontal korteks ise duyguyu “etkisizleştirmez”; onu anlama, düzenleme ve tepkiyi bilinçli seçme becerisi kazandırır.

Beden = Duygunun Sahnesi

Her duygu bedende bir iz bırakır:

Üzüntü → göğüste ağırlık, mide krampları

Korku → gergin kaslar, titreme

Mutluluk → geniş nefes, gevşeme, sıcaklık hissi

Anksiyete → mide bulantısı, hızlı nefes, karıncalanma

Bu fizyolojik yansımalar, duygu dediğimiz şeyin “sadece zihinsel” olmadığını gösterir.

Duygu, zihnin düşündüğü değil, bedenin yaşadığı bir şeydir.

Travmanın Bedendeki İzleri: Zihin Unutur, Beden Hatırlar

Bessel van der Kolk ve “The Body Keeps the Score”

Travma çalışmalarının en önemli isimlerinden biri olan Psikiyatrist Bessel van der Kolk,

ünlü kitabı “The Body Keeps the Score” (Beden Skor Tutar)’da şu temel fikri savunur:

Travma sadece zihinsel bir yara değildir; bedenin de belleğinde iz bırakır.

Travmanın bedensel izleri nasıl olur?

  • Sürekli tetikte olma hissi tetiklenebilir
  • Sindirim bozuklukları yaşanabilir
  • Donakalma veya ani öfke patlamaları görülebilir 
  • Derin nefes alamama, kaslarda kronik gerginlik yaşanabilir
  • Dokunmaya veya sese aşırı hassasiyet geliştirilebilir.

Zihin “olayı” unutmuş olabilir, ama beden “tehlike geçti” sinyalini hâlâ almamış olabilir. Travma burada, bedende “tamamlanmamış bir döngü” gibi kalır.

Somatik Terapi: Sözcüklerden Önce Duyumlar

Somatik terapi, bedenin duyusal izleriyle çalışarak travmayı dönüştürmeye çalışan bir terapi yaklaşımıdır.

Yöntemleri şunları içerir:

  • Bedensel farkındalık egzersizleri (interosepsiyon, propriosepsiyon)
  • Tetikleyici olmayan hafif dokunuşlar
  • Nefes, ses, göz hareketleri
  • Güçlü olaylar sırasında “dondurulmuş” hareketlerin yeniden tamamlanması (örneğin elini kaldırmak, bağırmak)

Buradaki temel fikir şudur:

Duygu konuşmadan önce bedende yaşanır.

Bu yüzden iyileşme de önce bedenden başlamalıdır.


Toplumsal/kültürel bakış açısı:

Performans Kültürü ve Bedenin “Araç”a İndirgenmesi

Modern toplumda beden, giderek “verim üreten bir makine”, “görselleştirilen bir başarı nesnesi”, ya da “dışa sunulan bir kimlik vitrini” hâline geldi.

İşlev > Hissetme

Performans kültürü, bedeni hissetmek için değil, “optimize etmek” için var gibi görmeye zorluyor.

“Bugün kaç adım attın?”, “ne kadar kalori yaktın?”, “kaç kilo kaldırdın?” gibi metrikler, bedensel deneyimi içsellikten çıkarıp dışsal bir skor sistemine bağlıyor.

Bu durum da kişinin kendi bedeniyle ilişkisini, öznel bir farkındalık yerine nesneleştirilmiş, değerlendirilen bir şey hâline getiriyor.

Sanki bedenimiz bizim duygularımızı ile hemhal değil de, elalemin ne düşündüğüyle ilgiliymiş gibi hezeyanlar almış başını gidiyor.

Böyle olunca da beden, bir “olma” hali olmaktan çıkıp, başarılması gereken bir projeye dönüşüyor.


Sosyal Medyada Bedensel Temsillerin Yapaylığı

Sosyal medyada bedenler, çoğu zaman “gerçek” değil, kurgulanmış, filtrelenmiş, ışıkla yontulmuş imgeler olarak dolaşıyor. 

Bunu bir eleştiri gibi değil ancak bir tespit gibi ele almakta fayda var. İster istemez bu durum bizde - ben neden bu kadar güzel değilim, bende niye yok - şeklinde gerçek olmayan problemleri içselleştirmemize ve dert etmemize yol açabiliyor.

Halbuki bu imgeler, ne yalnızca fizikseldir ne de kişiye özeldir. Sosyal medya araçlarının tek derdi daha fazla etkileşim alabilecek şekilde çalışmaktır ve bu durum içinde bulunulan coğrafyanın toplumsal beğeni algoritmasına göre şekillenir.

Bunun farkında olmazsak bedenlerimiz  burada artık bir noktadan sonra“ben kimim?” sorusuna değil, “bana kaç beğeni verilir?” sorusuna cevap üretir. Sonra ver elini depresyon, ver elini sağlıksızlık.

Görünürlük, bedeni ifade etmenin değil, pazarlamanın bir biçimi hâline gelir.

Sonuçta ne olur?

  • Bedenle kurulan ilişki içsel değil, dışsal; duyumsal değil, görüntüsel olur.
  • Ve kişi, zamanla kendi bedenine yabancılaşır. Ne zaman dinlenmesi gerektiğini, ne zaman susadığını, acıyan yerini bile hissedemez hâle gelir.

Gerçek Problem ve Çözüm Önerileri


Problem alanları:

Modern insanın en yaygın içsel çelişkilerinden biri şudur:

Duyguları hissetmek yerine, onları analiz ederek, sanki bir matematik problemi çözer gibi “çözmeye” çalışmak.

Bu durum genelde şöyle yaşanır:

Bir sıkıntı, kaygı ya da kırgınlık hissedilir, ama bu hissin içine girilmez.

Bunun yerine zihin devreye girer: “Bu böyle oldu çünkü şu şöyleydi…”, “Ben bu yüzden böyleyim…”, 

Duygu, bir matematik problemi gibi ele alınır: Nedeni bulunursa çözülecek sanılır.

Ama…

Duygular çözülmek için değil, hissedilmek için vardır.

Hissedilmeden çözülen duygular, bedenin derinlerine gömülür ve orada varlığını sürdürmeye devam eder. Kar topu gibi büyür, çözülemeyecek düğümler haline gelirler.


Düşünce, Duyguyu Bastırırsa Ne Olur?

Zihin duygunun önüne geçtiğinde, kişinin bedenle bağı kopar. Kişinin içerisinde bir boşluk oluşur, ve kişi bu boşluğu sürekli düşünerek doldurulmaya çalışılır. Bu da duygunun kendisini değil, onun etrafındaki hikâyeyi tekrar tekrar üretir.

Belki duyguyu hissetseydik, anlasaydık, dinleseydik, farketseydik, bize bir şey anlatıyordu ve bir ders çıkaracaktık, ama şimdi zihnimiz dolup taşarken, içimiz bomboş kaldı.


Bedenin Verdiği İşaretleri Yok Saymak

Modern yaşamın temposunda beden, çoğu zaman sadece “taşıyıcı bir araç” gibi görülür.

Ne zaman acıkırsak, ne zaman yorulursak, ne zaman “bir şeylerin yolunda gitmediğini” hissedersek…

Zihnimiz bu sinyalleri çoğu zaman erteler, bastırır, rasyonalize eder.

Kendi kendimize şöyle bir şeyleri söyler dururuz:

  • “Şimdi sırası değil.”
  • “Biraz daha dayan.”
  • “Zaten hep böyleyim.”
  • “Nasılsa geçer.”

Bu noktada yine bir hatırlatma yapayım, burada bedenin verdiği tepkilere odaklandığımızı unutmayalım.

Kısaca şunu söylemeye çalışıyorum, yahu kardeşim kalbin güm güm patlayacak gibi atıyor ise tabii ki erteleyeceksin, ya da midene kramplar giriyorsa zaten geçer deme, belki de geçmez. Misal veriyorum kusacak noktaya geldiyseniz belki de kusmanız gerektiği için öyledir, durun ve zihninizin ne dediğini o anlık es geçiverin. Bedeninizin verdiği tepkilere de biraz dayan demeyiverin.

Bu uyarıyı yapma sebebim şu, bunlar hayati meseleler, umarım kimse böyle bir şey yaşamaz, şakaya gelecek şeyler değildir ve sağlığımızdan hatta canımızdan edebilecek önemli şeylerdir, o yüzden es geçemedim.

Sonuçta beden asla boşuna konuşmaz. Bize kendi dilince, söyleyebildiği kadar gerçekten bir şey anlatmaya çalışır.

Ve ne zaman duyulmazsa… daha yüksek sesle konuşmaya başlar. Bağırır, çığlık atar.

Attırmayalım.


Kronik Gerginlik: Bastırılmış Duyguların Fiziksel Kaydı

Eğer şu şekilde bedensel davranış örgüleriniz mevcut ise:

  • Omuzlarda sürekli ağırlık hissi
  • İstemsiz şekilde, belki uyurken dişleri sıkma, çene kaslarını kasma
  • Nefesi yüzeysel alma, derin nefes almakta zorluk
  • Bel, boyun, sırt ağrılar
  • Kalpte “sebebi olmayan” çarpıntılar

Bunların hiçbiri “nedensiz” değildir.

Bastırılan duygu, ifade edilmeyen öfke, yutulan gözyaşı… Hepsi bedenin bir yerine siner.

Bu kronik gerginlik hali zamanla normalleşir.

Kişi kendini sürekli yorgun, huzursuz, “hayatla savaş halinde” hisseder ama nedenini açıklayamaz.


Çözüm fikirleri:

Somatik Farkındalık Pratikleri: Bedeni Dinlemeyi Hatırlamak

Somatik farkındalık, bedenin verdiği içsel sinyalleri (kas gerginliği, nefesin derinliği, kalp atışı, sıcaklık gibi) yargılamadan gözlemleyebilme becerisidir.

Bu farkındalık, zihnin kontrolünden çıkmış ve bedenle bağı kopmuş bir yaşamın içinden, kişiyi tekrar “kendi varlığına geri çağırır.”

  1. Beden Taraması (Body Scan)
    • En temel ve yaygın pratiklerden biridir.
    • Gözler kapalı veya açık bir şekilde, baştan ayaklara doğru bedeni tarayarak farkındalık geliştirilir.
    • Amaç: Değerlendirmek değil, sadece “ne var?” sorusunu sormak ve duygusal/fiziksel duyumları gözlemlemektir.
    • “Omzumda bir gerginlik var” demek, onu değiştirmeye çalışmadan sadece varlığına alan açmak.
    • Bilimsel olarak da gösterilmiştir ki: Beden taraması pratiği, amigdala aktivitesini azaltır, prefrontal korteks aktivitesini artırır yani duygusal regülasyona doğrudan katkı sağlar.
  2. Bilinçli Hareket (Somatik Mikrohareketler / Feldenkrais / Yoga vb.)
    • Somatik farkındalık sadece hareketsiz bir odaklanma değildir; hareketle olan ilişkiyi gözlemlemek de bu farkındalığın parçasıdır.
    • Bu tür pratiklerde önemli olan hareketin doğruluğu değil, hareket ederken farkındalıkta kalabilmektir.
    • Özellikle:
      • Nefesle senkronize yavaş hareketler
      • Kaslara gereksiz baskı yapmadan esnemek
      • “Sınırda kalmak”: ne zorluyoruz, ne kaçıyoruz, sadece durumun farkındayız.
    • “Bedeninle birlikte yaşamak”, onunla ne yaptığının bilincinde olmaktan geçer.
    • Nefes çalışmaları / vagal tonusu destekleyen teknikler
    • “Hissetmeye alan açmak” için günlük ritüeller (dans, sessizlik, dokunma)

Şimdi insan yazan kendi olunca, kendinden de bir örnek vermeden geçmiş olmak istemiyor, farkında olmadığım zamanlardan bir örnek vermek isterim, bayağı da geçmiş üstünden, utanarak yazıyorum, örnek falan alınmasın.

Yaklaşık 15 sene önce falan sanırım, iş hayatında ne çok çömez ne de yeteri kadar meziyetli sayıldığım dönemlerde daha fazla deneyim kazanabilmek için tabiri caizse at gibi çalışıyordum, midem mi ağrıyor, çalışmam lazım, belim mi tutuldu, başarmam lazım diye diye uzunca bir zaman geçirdim, vücüdumu bayağı yormuşum şimdi geriye dönüp bakınca anlıyorum, neyse ki kalıcı bir sorun oluşmamış.


Sonuç ve Okuyucuya Mesaj

Neyse çok uzattım, sözün özü: vücudunuzu dinleyin, söylediklerini yabana atmayın, sakinleşmeye çalışın, anlayın, çözün, gerekirse destek alın, iyileşin ve vücut ile zihni dengeye getirerek en iyi versiyonunuz haline gelmeye gayret edin.

Bu arada bütün bunları sizlere diyorum ya, aslında kendime de diyorum, aklımdan geçenleri, araştırıp öğrendiklerimi tarihe not düşüyorum. Söz uçar, yazı kalır.

Tekrardan özet geçecek olursam:

  • Dönüşüm, yalnızca zihinsel değil, bedensel bir süreçtir.
  • Bedenle kurulan ilişki, içsel bütünlüğün kapısını aralar.

Peki sence sen bugün bedenine sorsan, sana ne söylemek isterdi? Bir şeyleri zihninle rasyonelize etmiş ve onu dinlememiş olabilir misin?


Bir sonraki yazımda, beden-zihin bütünlüğünü günlük yaşamda nasıl sürdürebileceğimizi ele alacağım.

Ritüellerin, rutinlerin ve bedenin “hatırlama” kapasitesinin bu süreçteki rolünü birlikte keşfedeceğiz.

O zamana kadar sevgiyle ve bedeniniz ve ruhunuzu dengeleyerek sağlıkla kalın.

You've successfully subscribed to Cenk Ebret Personal Website
Great! Next, complete checkout to get full access to all premium content.
Error! Could not sign up. invalid link.
Welcome back! You've successfully signed in.
Error! Could not sign in. Please try again.
Success! Your account is fully activated, you now have access to all content.
Error! Stripe checkout failed.
Success! Your billing info is updated.
Error! Billing info update failed.