Kelimelerin Kökleri ve Kaderimiz

Çocukluğumdan beri hep kelimeleri büyüleyici bulmuşumdur. Bir kelime duyduğum an hemen aklım onun köküne kayar. Ne olduğunu araştırmaya, sebebini anlamaya çalışırım.

Bazen düşünüyorum belki de beni programlama konusuna yönlendiren de bu özelliğim olabilir. Sonuçta kelimeleri arka arkaya mantıklı bir biçimde dizince oradaki kelimeleri yazınca program yazmış oluyoruz, edebi bir eser ya da düz yazı yazarken de aynı şeyi yapıyoruz.

Şunu da düşündüğüm çok zaman oldu, sizle de paylaşmış olayım:

Bir kelime sadece bir ses midir, yoksa kaderimizi belirleyen görünmez bir güç olabilir mi?

Biraz fantastik bir soru oldu ama sizi de biraz düşündürmek istedim.

Kelimeler, çoğu zaman farkında olmadan hayatımızı yönlendirir.

Bir sözcüğü sadece “anlam taşır” sanırız, ama aslında zihnimizde çağrışımlar uyandırır, duygular tetikler ve davranışlarımıza yön verir. (1*)

Mesela “hırs” dediğimizde kulağımızda aynı anda hem tutku hem açgözlülük yankılanır. 

“Ödünç” kelimesinde hem güven hem de borçluluk duygusu gizlidir. 

Dil, görünmez bir akarsu gibidir: Biz içinde yüzdüğümüzü fark etmesek de, akışına kapılır gideriz. Sözcüklerin köklerini ve gölgelerini bilmek, bu akarsuda bilinçsizce sürüklenmek yerine, küreği elimize almak gibidir.

Bu yazıda, dilin derinlerinde gizlenmiş bazı köklerin peşine düşeceğiz. Çünkü bir kelime sadece bir kelime değildir; içinde tarihi, kültürü, hatta insan ruhunun izlerini taşır. (2*)

Örneğin, Arapçadan Türkçeye geçmiş bir kökün, bir yanda “hırs” ve “ihtiras” gibi tutkuyu çağrıştıran sözcükler doğururken; öte yanda “muhteris” gibi daha olumsuz bir gölgeye bürünmesi tesadüf değildir.  Ya da Eski Türkçedeki “öd” kökü, bir yandan “bedel”i, bir yandan “cesareti” anlatırken, bugün hâlâ gündelik hayatımızda farklı yankılar bırakır. 

Bu iz sürme çabası, sadece kelimenin kökenini öğrenmek için değil; dilin biz farkında olmadan nasıl düşünce kalıpları, duygusal tonlar ve kültürel anlam dünyaları ördüğünü görmek içindir.

Kısacası, sözcüklerin köklerine bakarak aslında kendi zihinsel köklerimize, yani dünyayı nasıl kurduğumuza bakmış olacağız.

Hadi başlayalım.


Etimolojik ve Psikolojik Perspektif

Sözcüklerin Kökleri ve Yankıları

ḥ-r-ṣ (حرص) | Hırsın Gölgesi

Arapçadan dilimize geçen bir çok kelimeye ev sahipliği yapan ḥ-r-ṣ kökü “aşırı istek, tutku, açgözlülük” anlamını taşır. (3*) 

Mesela hırs kelimesi kulağımızda güçlü arzu olarak tınır, ve çoğu zaman olumsuz bir hissiyat bırakır.

İhtiras, daha yoğun, yıkıcı, gözü hiç bir şeyi görmezcesine tutku anlamında kullanılıyor.

Muhteris, aşırı arzuya kapılmış, gözü doymayan kişi anlamında kullanılıyor, haris ise açgözlü, doymak bilmeyen anlamında.

Bu kökün ilginç tarafı şu ki, aynı enerji hem yaratıcı hem yıkıcı olabiliyor. 

Modern psikoloji de benzer şekilde “intrinsik motivasyon” (içten gelen azim) ile “kompulsif hırs” (asla doymayan açlık) arasında ayrım yapar. (4*)

Burada dil, bize etik bir pusula sunuyor. “Hırs” dediğimizde, aslında aynı kökten doğan ama farklı yöne evrilen bir gücün hem ışığını (azim, tutku) hem gölgesini (açgözlülük, bencillik) duyuyoruz. Sözcük, sadece bir anlam değil; bir psikolojik uyarıcı gibi zihnimizi yönlendiriyor.


m-d-d (مدد) ve j-z-r (جزر) | Med ve Cezir’in Dili

Arapçada m-d-d kökü “uzatmak, yaymak, artırmak” anlamına gelir. (5*) Buradan dilimize geçen med kelimesi suyun yükselmesi, kabarması anlamına geliyor. 

Medet de bu kökten. Yardım, imdat - “gücün uzatılması.” anlamında. Müddet süre, zamanın uzaması (uzak bir tarihe sınır koymak gibi). Temdit kelimesi uzatma, süreyi artırma anlamında kullanılırken, mütemadi kelimesi aralıksız, sürekli anlamında kullanıyor. Mütemadiyen de aralıksız, sürekli olacak şekilde anlamına geliyor.

Buna karşılık j-z-r kökü “kesmek, çekmek, ayırmak” demektir. Buradan cezir suyun çekilmesi, alçalması anlamında kullanılıyor. 

Cezire ada, denizden ayrılmış kara parçası, Cezr de kök, dip demek.

Med-cezir” birleşimi, aslında evrenin döngüsünü bize hatırlatıyor. (6*) Yükselme ve çekilme, başlama ve bitiş, genişleme ve daralma. 

Psikolojide de benzer döngüler vardır, nefesin alınıp verilmesi, duyguların yükselip azalması, motivasyonun iniş çıkışı tümü benzer yapıda durumları anımsatır.

Dildeki bu köklere baktığımda şunu görüyorum ki, hiçbir şey tek yönlü değildir. 

Yükseliş kadar iniş de doğaldır. Eğer sadece “med”de kalmak, hep yükselmek istersek, “cezir”in kaçınılmazlığını görmezden geliriz ve hayal kırıklığına uğrarız.


öd - (Eski Türkçe)  Bedel, Cesaret ve Ödünç

Eski Türkçedeki öd sözcüğü çok katmanlı bir kelime. Orhun yazıtlarında bedel, karşılık, tazminat anlamlarında kullanılmış. (7*)

Günümüz Türkçesinde can, ruh gibi kullanılmış. Ödü kopmak çok korkmak ya da canı çıkacak gibi olmak anlamında kullanılıyor. Bunların yanı sıra safra, karaciğer sıvısı anlamlarına da geliyor. 

Bu kökten türeyen Türkçedeki aktif kelimeler şunlar:

Ödünç: “Karşılık için verilen şey.” Zamanla “geçici verilen, sonra geri alınacak şey” anlamına kaydı.

Ödlek: Korkak (ruhu/safrası zayıf olan).

Ödü kopmak: Korkudan ölecekmiş gibi olmak.

Bu çok katmanlı yapı bize şunu düşündürür: “öd” hem yaşamın özü (can), hem de onun karşılığı (bedel) olarak görülmüş. Yani var olmak bile başlı başına bir borç, bir sorumluluk gibi algılanmış.

Psikolojik açıdan bakınca, ödünç kelimesi sanki bize ilişkilerimizi de tarif ediyor. Her güven ilişkisi aslında bir tür “ödünç verme.” 

Sözümüzü, sevgimizi, emeğimizi ödünç veririz; karşılığında güven ve sadakat bekleriz. Ama öte yandan, bunu bulamazsak diye de ödümüz kopar. İronik.


Bu üç kökün açtığı yolları yan yana getirdiğimizde şunu görüyoruz:

ḥ-r-ṣ (hırs) İnsanın içindeki itici güç, hem yaratıcı hem yıkıcı.

m-d-d / j-z-r (med-cezir): Evrenin ve insanın döngüleri, yükseliş ve inişin kaçınılmazlığı.

öd- (ödünç, öd): Hayatın bir karşılık, bir bedel olduğu fikri.

Hepsinin ortak noktası şu: Dil bize sadece kelime vermez, aynı zamanda kaderimizi nasıl algıladığımızı da şekillendirir.

“Hırs” derken açgözlülüğe mi yöneliyoruz, yoksa azme mi?

“Med” ve “cezir” kelimeleri mutluluk ve mutsuzluk olarak ele alırsak, med derken sadece yükselen bir mutluluk mu istiyoruz, yoksa “cezir”i de kabullenebiliyor muyuz?

“Ödünç” verirken borçluluk mu hissediyoruz, yoksa güvenin kıymetini mi kalbimizde hissediyoruz?

Bu kökler bize insanın psikolojik döngülerini gösteriyor: arzu, iniş-çıkış, bedel. Onları nasıl adlandırdığımız ise, hayatımızı nasıl yaşayacağımızı belirliyor.


Felsefi Perspektif

Dilin Köklerinden Varoluşun Kuruluşuna

Heidegger’in söylediği ünlü cümleyi tekrar hatırlayalım: “Dil, varlığın evidir.” (8*)

Yani biz dünyayı olduğu gibi değil, dilin sunduğu çerçeve üzerinden deneyimleriz. Eğer kelime, dünyayı kuruyorsa; o kelimenin kökü de, aslında varoluşumuzun temel taşlarını döşüyor demektir.

Mesela Arapça ḥ-r-ṣ kökünden türeyen “hırs, ihtiras, muhtaris, haris” gibi sözcükler… Hepsi aynı kökten doğar ama insana yüklediği anlam farklıdır: bazen yaratıcı bir güç, bazen yıkıcı bir açlık. Dil, aynı kaynaktan çıkan bu dallarıyla, varoluşumuzu hangi yöne taşıyacağımıza dair gizli seçenekler sunar.

Doğu felsefelerinde kelime, çoğu zaman döngüsel bir bağ kurar. Sanskritçe “karma” ya da Pali dilinde “samsara” gibi kelimeler, sadece bir olguyu anlatmaz; insanın kaderini, tekrar eden çarkı da inşa eder. Bir kelime, zihnin içinde bir çember kurar.

Batı geleneğinde ise sözcükler çoğunlukla çizgisel bir yön taşır: “progress, evolution, freedom”… Hepsi bir ileri gidişi, bir açılmayı anlatır. Burada kelime, insana hareket ve yön kazandırır.

Bu fark, yalnızca diller arasındaki bir nüans değildir; aynı zamanda dünyayı algılama biçimimizi şekillendirir. Doğu’da kelime döngüyle bağlar, dil içinde akrabalık belirten kelimeler fazladır, dil insanları birbirine bağlar, Batı’da yön ve ilerleme ile bağlar, ama akrabalık beliryen kelimeler bizdeki kadar fazla yoktur. Bu da daha bireysel toplumlar oluşturur. (9*)

İnsanın varoluşunu ya bir çarkın içinde, ya da bir yolun üzerinde kurar.

Dolayısıyla kelimenin kökü, sadece bir anlam kaynağı değil, varoluşu inşa eden bir yapıtaşıdır. 

Heidegger’in işaret ettiği ev, işte bu kelime köklerinden örülür. Hangi kelimeyi seçtiğimiz, hangi kökü içselleştirdiğimiz, aslında hangi dünyada yaşadığımızı da belirler.


Bilimsel Perspektif

Kelimelerin Algı ve Davranışa Etkisi

Dil, yalnızca bir iletişim aracı değil; aynı zamanda zihnimizin dünyayı nasıl gördüğünü şekillendiren bir mercek. Bilişsel psikoloji ve dilbilim araştırmaları, kullandığımız kelimelerin algımızı, hatta davranışlarımızı değiştirdiğini defalarca göstermiştir.

Sapir–Whorf hipotezi bu noktada temel bir çerçeve sunar: “Dilin yapısı, düşüncenin yapısını belirler.” (10*) 

Bir toplum zamanı “ilerleyen bir nehir” olarak tanımladığında, zaman onlar için sürekli akıp giden bir şeydir. Ama başka bir toplum zamanı “döngü” diye kurduğunda, aynı gerçeklik artık çember gibi algılanır. Zihin, dilin kurduğu metafora teslim olur.

Modern bilişsel dilbilim de bunu destekler. George Lakoff ve Mark Johnson’ın “Metaphors We Live By” çalışmasında, metaforların sadece edebi süs olmadığını; insan zihninin temel işleyiş biçimleri olduğunu ortaya koyarlar.

Örneğin “Zaman paradır.” metaforunu düşünürsek zamanın harcanan, kaybedilebilen ve kazanılabilen bir şey olduğunu anlayabiliriz. “Hayat bir yolculuktur.” metaforu bize hayatın yön aranan, rotadan sapan, hedefe ulaşıran bir şey olduğunu düşündürebilir. (11*)

Bu metaforlar, farkında olmadan davranışlarımızı yönlendirir. “Zaman paradır” metaforunu içselleştiren bir toplum, zamanı boşa harcamaktan korkar; “hayat bir yolculuktur” diyen bir toplum ise yollar, hedefler ve varış noktaları üzerine yoğunlaşır.

Kültürlerarası araştırmalar da bu durumu doğrular. Örneğin, Aymara halkı geleceği “arkada kalan”, geçmişi ise “önümüzde duran” bir şey olarak tasvir eder. (12*) 

Mandarin Çincesinde zaman, bazen yatay, bazen de dikey bir eksende kavranır; (13*) geçmiş yukarıda, gelecek ise aşağıda yer alır. 

Batı dillerinde ise çoğunlukla geleceğe “ileriye doğru uzanan bir yol” gibi bakılır. Dilin bu farklı yönlendirmeleri sadece soyut bir oyun değildir; insanların zamanı nasıl hissettiğini, risk karşısında nasıl davrandığını, hatta tasarruf edip etmeyeceğini bile etkileyebilir.

Seçtiğimiz kelimeler, sadece duyduğumuz seslerden ibaret değildir. Onlar, dünyayı nasıl gördüğümüzü, hangi davranışa meylettiğimizi ve hangi duyguyu hissettiğimizi gizlice şekillendirir. Dilin bu görünmez gücünü fark etmek, içsel zincirlerimizi çözmek için atılacak ilk ve en önemli adımlardan biridir.

O kadar konuştum, bir tane de anı sıkıştırmasam olmaz.

Hollanda’ya taşındıktan sonra işimde gayet başarılı olsam da sanki teknik konularda aşırı sorgulandığımı ve tecrübeli olmama rağmen beklediğim olumlu geri bildirimleri alamadığımı fark ettim.

Önümde iki yol vardı, ya mağduriyetimi kabullenecek ya da sorun neyse çözecektim.

Dış dünyaya suçu atıp bana ırkçılık yapılıyor deyip iş arayabilir ya da ülkeme geri dönebilirdim ama hiç benim tarzım değil.

Bir süre kendimi izledim. Neyi tekrar tekrar (otomatik bir biçimde) yaptığımı gözlemledim.

Vardığım sonuç şuydu: O zamanlar sürekli olabilir, sanıyorum ki, muhtemelen gibi kesinlik içermeyen kelimeleri çok sık kullanıyordum!

O zaman aklımda bir ışık yandı. Bazı kelimeleri gerçekten mecbur olmadıkça kullanmamaya karar verdim. Gerekirse o konuda konuşmayacağım ama bu kelimeleri kullanmayacağım dedim.

Başardım da. Kısa süre sonra insanların davranışları değişmeye başladı, hak ettiğim gibi davranılmaya başlandı.

Bir kaç kelimeyi değiştirmek bile hayatımızı güzelleştirebiliyorsa, denemeye değer bence.


Şimdi cevaplama sırası sizde:

Sizce sizin de farkında olmadan sürekli kullandığınız ve siz anlamadan kaderinizi yönlendiren kelimeler, tutumlar olabilir mi?


Sonuç ve Okuyucuya Mesaj

Sürekli kullandığımız sözcüklerin farkında olmak, hatta köklerine inmek, onları baştan uca anlamak sadece dil bilgisi ile alakalı değil, kaderimizi değiştirebilecek güçte bir vizyon sunuyor.

Belki hep deniyoruz, çabalıyoruz, ama kendimize farkında olmadan kelimelerden örülü bir kader çizip onu oynuyoruz. Belki başarmanın, sevinmenin, birlik olmanın, yükselmenin zamanı gelmiştir…


Bu yazıda kelimelerin köklerine indik. Ama kökler kadar güçlü bir başka görünmez yapı daha var: alışkanlıklarımız. Belki de en büyük zinciri kelimeler değil, her gün farkında olmadan tekrarladığımız davranışlarımız örüyor. Bir sonraki yazıda, alışkanlıkların bizi nasıl yönettiğini ve bu zinciri nasıl özgürlüğe çevirebileceğimizi konuşacağız.

O zamana kadar sevgiyle kalın.


Kaynakça 

1. Barbara Fredrickson – Positivity (2009)

2. James W. Pennebaker – The Secret Life of Pronouns (2011)

3. Hans Wehr – A Dictionary of Modern Written Arabic (1979)

4. Deci & Ryan – Self-Determination Theory (1985)

5. Edward William Lane – Arabic–English Lexicon (1863)

6. Fritjof Capra – The Web of Life (1996)

7. Talat Tekin – Orhun Yazıtları (1995)

8. Martin Heidegger – Unterwegs zur Sprache (1959)

9. Charles Taylor – Sources of the Self (1989)

10. Edward Sapir & Benjamin Lee Whorf – Language, Thought, and Reality (1956)

11. George Lakoff & Mark Johnson – Metaphors We Live By (1980)

12. Núñez & Sweetser – With the Future Behind Them (2006)

13. Boroditsky – Metaphoric Structuring: Understanding Time through Spatial Metaphors in English and Mandarin (2001)

You've successfully subscribed to Cenk Ebret Personal Website
Great! Next, complete checkout to get full access to all premium content.
Error! Could not sign up. invalid link.
Welcome back! You've successfully signed in.
Error! Could not sign in. Please try again.
Success! Your account is fully activated, you now have access to all content.
Error! Stripe checkout failed.
Success! Your billing info is updated.
Error! Billing info update failed.