Saatler mi durmuş yoksa zaman mı?

En sevdiğimiz arkadaşlarımızla bir araya gelmişiz, muhabbet gırla akıp gidiyor, birbirimize açıkça ifade etmiş olmasak da, bu tam anlamıyla hepimizin ayrı ayrı huzur dolu, aşırı eğlendiği bir zaman dilimi.

Sonra saate bakıyoruz ki aha! 11:00 olmuş, hemen kalkmazsak son treni kaçıracağız.

Bütün tadımız kaçtı. 

Neyse, konuya geleyim, mutluyken zaman hızlıca geçiveriyor. Ama canımız sıkkınsa, bir yerimiz ağrıyorsa, ya da sevdiğimiz birini tekrar görmek istiyorsak zaman bir türlü geçmek bilmiyor.

İyi de sevgili Einstein hani zaman göreceliydi? 

Biz mutsuzsak sabit biçimde yavaş, mutluysak sabit biçimde hızlı geçiyor?

Biliyorum biraz spekülatif oldu ama durum da biraz böyle. 

Bu yazıda anı yaşamak kavramı hakkında akıl yürütmeye çalışacağım. Birlikte zihin ve zaman ilişkisini, zaman olgusunun nasıl deneyimlendiğini ve bu durumun yaşam kalitemize ne gibi etkileri olabileceğini irdeleyeceğiz.

O zaman başlayalım!

Felsefi ve Bilimsel Arka Plan

Felsefi Yaklaşım:

Martin Heidegger – Varlık ve Zaman:

Heidegger zamanı sadece bir ölçüm yardımcısı ya da saatle gösterilen bir sayı olarak değil, varoluşsal bir deneyim alanı olarak tanımlar.

Bize okulda öğretilen “şimdiki zaman” denilen şeyin genellikle geçmiş - şimdi - gelecek zamanın ortasında bir zaman dilimi olduğudur. Fakat Heideger’e göre, tek yöne hareket eden zaman anlayışı yeterli değildir. 

Ona göre:

Dasein (varolan insan) şu anlama gelir: zaman ve insan iki ayrı kavram değildir, fakat insan dediğimiz varlık zamanın kendisiyle birlikte var olan bir varlıktır.

İyi de bu ne demek oluyor?

Yani diyor ki:

  • “Şimdi” sabit bir an değildir; Dasein’ın geleceğe doğru yönelmişliği (Entwurf) içinde şekillenir. Yani insan, her an bir şeye doğru giden bir varlıktır; geleceğe açık olduğu ölçüde şimdi’yi kurar.
  • Geçmiş de edilgen bir yapı değildir; Dasein’ın geldiği yer, alışkanlıkları, korkuları, deneyimleri geçmişten beslenerek onun şimdi’sini belirler.
  • Bu yüzden “şimdi” denen şey, aslında geçmişin yankısı ile geleceğin çağrısı arasında gerilmiş bir varoluşsal gerginliktir.

Heidegger buna ekstatik (taşkın, coşkun) zaman der. Çünkü ona göre zaman, üç eksende (geçmiş, şimdi, gelecek) ama sabit değil, taşarak (ekstasis) yaşanır.

Bu yüzden “anı yakalamak” dediğimiz şey, çoğu zaman mümkün değildir. Çünkü an zaten olmakta olan ve olmaya da devam eden, sabitlenemez bir şeydir. Onu sabitlemeye çalıştıkça elimizden kayar gider.


Budist Zaman Algısı – Zen ve Theravada Perspektifi

Budist düşüncede zaman, doğada var olan ve herkes için geçerli, su götürmez bir gerçeklik değil, zihnin kurguladığı bir algısal örüntüdür.

Zaman diye deneyimlediğimiz şey, aslında anılar (geçmiş), beklentiler (gelecek) ve şu anki duyumsamalar (şimdi) arasındaki ilişki ağından meydana gelir.

Bu ilişki ağı ise mutlak değil, zihne bağlı olarak sürekli değişir.


Zen Perspektifi:

Zen Budizmi, zamanla ilgili düşünsel bir açıklamadan çok, doğrudan deneyim üzerinden ilerler.

  • Şimdiki an, düşüncenin olmadığı yerdir.
  • Düşünce varsa, geçmiş ya da gelecekle meşgulsündür.
  • Bu yüzden “anı hissetmek”, zihnin kendi zaman kurgusunu geçici olarak bırakmasıyla mümkündür.

Zen üstadı Dōgen’in meşhur sözü şu şekildedir:

Zaman varlıktır, varlık da zamandır. (Uji – Being-Time öğretisi)

Yani biz zamanı yaşamayız; biz zamanın kendisiyiz. Her varlık bir “an”dır. Bir çiçeğin açması, bir nefesin alınması, bir göz kırpışı… ona göre bunlar birer eylem değil, zamanın ta kendisidir.

Bu anlayışta:

  • “Geçmiş” sadece zihinde var olan bir izdir
  • “Gelecek” bir beklentidir
  • “Şimdi” ise düşünceye girmeden deneyimlendiğinde gerçek olabilir

Çiçek de açarken ben de bir açayım diye düşünmüyordur zaten. 


🪷 Theravada Perspektifi:

Daha klasik Budist anlayışında da zamanın doğası sabit değildir:

  • Zihin, ivmelenmeler hâlinde işler: her bilinç anı, bir öncekinin izini taşır ama yeni bir an üretir
  • Gerçeklik, sürekli değişen bir akıştır (anicca – geçicilik)
  • “Ben” ya da “şimdi” gibi şeyler, aslında bu akışta sabitleşmiş illüzyonlardır

Bu yüzden:

  • Geçmiş: hatırlanan ama şu anda yeniden kurulan bir yapıdır
  • Gelecek: zihnin varsayımsal kurgusudur
  • Şimdi: hem geçmişin etkilerini taşıyan, hem geleceğe yönelen ama yalnızca farkındalıkla var olabilen andır

Bir Theravada ustasının meditasyon tanımı bu yüzden çok basittir:

“Zihinde olanı bilmek ve onun değiştiğini fark etmek.”

Bu farkındalık hali, zihnin zaman kurgusunu gevşetir.


Henri Bergson – Süre (Durée)

Zaman, bilinç ve yaratıcılık üzerine düşünceleriyle tanınan Fransız filozof Henri Bergson’un bu konuda bazı saptamaları var.

Kısaca diyor ki:

1 - Ölçülebilir zaman ile yaşanan zaman aynı şey değildir.

Bergson’a göre zamanın iki türü vardır:

  • Kronometrik zaman (temps): Saatin tık tık ilerleyen, dışsal ve ölçülebilir zamanıdır. Fiziksel dünyayı düzenlemek için kullanılır. Newtoncu ve Kantçı anlayışta zaman, dış dünyada akıp giden homojen bir çizgidir.
  • Süre (durée): Bilincin içinde akan, kesintisiz ve niteliksel bir deneyimdir. Yaşadığımız olayları “nasıl hissettiğimizle” ve “aklımızda nasıl kaldığıyla” ilgilidir.

Örneğin:

Beklediğin biri geç kaldığında geçen 10 dakika, sevgilinle geçirdiğin 10 dakikadan çok daha uzun hissedilir. Saat aynı zamanı ölçse de “içsel zaman” değişkendir.


2 - Süre, Parçalara Ayrılamaz

Bergson’a göre süre bölünemez. O, zamanın matematiksel olarak bölünmesini bir yanılsama olarak görür. Çünkü bilincimizdeki süre bir melodinin akışı gibi bütünlüklü ve iç içe geçmiş bir akıştır.

Her nota, bir öncekinin yankısıyla var olur. Birini çıkarırsan bütün melodi bozulur.


Bilimsel Yaklaşım:

Nörobilimde Zaman Algısı: Beynin İç Saatleri Nasıl Çalışır?

Zaman, dış dünyada sabit akarken, beyin bu akışı subjektif olarak işler. Bu yüzden bazı anlar su gibi akarken, bazıları donup kalmış gibi gelir. İşte bunun arkasında beynin “iç zamanlayıcıları” (internal clocks) vardır:

1. Beynin Zamanı Ölçen Bölgeleri
  • Prefrontal korteks: Dikkat, karar verme ve zamanlama görevlerini üstlenir. Zamanın fark edilmesinde önemli bir rol oynar.
  • Serebellum (beyincik): Özellikle milisaniyelik zamanlama işlemlerinde aktiftir. Müzik çalarken ritmi tutmamızda veya konuşurken kelimeleri doğru zamanlamamızda devrededir.
  • Bazal ganglionlar ve striatum: Hareket ve zaman aralığı tahmininde görev alır; Parkinson gibi hastalıklarda zaman algısı da bozulur.
  • İnsular korteks: İçsel beden duyumları ve zamanın “geçiş hissi” ile ilişkilendirilir.
2. Zaman Algısını Değiştiren Faktörler

Zaman algısı sabit değildir; beynin nörokimyası, dikkat düzeyi ve duygusal durumla sürekli değişir:

  • Travma ve Anksiyete: Tehlike anında amigdala uyarılır, zaman “yavaşlamış” gibi hissedilir. Çünkü beyin o anı detaylı kaydetmeye çalışır (survival mode). Kimse yaşasın istemem ama bir kaza ya da bir felaket anında zamanın yavaşladığını hissedenler olmuştur.
  • Depresyon: Zaman uzar, günler geçmek bilmez. Dopamin seviyesindeki düşüş zaman algısını yavaşlatır.
  • Meditasyon: Zihinsel gürültü azaldığında zamanın geçişi “akış” (flow) halinde hissedilir. Beynin varsayılan mod ağı (default mode network) devre dışı kalır.
  • Aşk, korku, mutluluk gibi yoğun duygular da zamanı ya hızlandırır ya da yavaşlatır çünkü dikkat ve belleğe kaydetme biçimimiz değişir.

Kısaca: zaman, beynin yorumudur.

Fiziksel olarak bir saniye her zaman bir saniyedir. Ancak beynin bunu nasıl yorumladığı, hem psikolojik durumumuza hem de biyolojik sistemlerimize bağlı olarak değişir.


Kronobiyoloji:
  • Sirkadiyen ritimler yalnızca biyolojik süreçleri değil, zamanla ilişkili farkındalıkları da etkiler. Jetlag, uykusuzluk veya mevsimsel depresyon zaman algısını bozar.
  • Zihin ve vücut saatleri arasındaki çatışma: İçimizde yaşadığımız zaman algısı ile sosyal zamanın uyumsuzluğu, yaşamakta olunan kronik huzursuzluğun temel nedenlerinden biri olabilir.

Gerçek Problem ve Çözüm Önerileri

Problem:

Modern yaşam:

Tamam anladık, beynimiz nasıl algılıyorsa zaman öyle işliyormuş, geçmiş gelecek falan hep birbirine bağlıymış bunları da öğrendik, peki şimdi ne yapacağız?

Modern yaşam içinde sürükleniyoruz başkasının yaşadığı güzellikleri gözümüze gözümüze sokuyorlar, geçmişe gidiyoruz biz niye böyle olamadık diye bakmaya başlıyoruz,  kafamız daralıyor yazın yapacağımız tatili düşünüyoruz, bir iş yaparken hata yapmamak için bir kaç hamle sonrasını öngörmeye çalışıyoruz, o zaman bu“şimdi”nasıl yaşanacak? 

Bunların yanı sıra bildirimler, yapılacaklar listeleri, üretkenlik baskısı ve performans kültürü bizi ya geçmişe ya da geleceğe sürüklüyor.

Zihin ve bedenin senkronu bozuluyor:

Zihinlerimiz hep gelecek planlarında, bedenlerimiz geçmişin travmalarından çerinden çöpünden kalma biyolojik yankılarında takılı kalıyor. “An” ise bu ikisinin uyumundan doğacaktı ama çoğu zaman oluşamıyor bile.

Acaba zamanı algılayış biçimimiz bu kadar karmaşıkken, bu sorunu aşmak için neler yapabiliriz?

Çözüm Önerileri:


Peki tüm bu teoriler ışığında, modern hayatımızda yaşadığımız asıl sorun ne?

Kendimce çıkardığım çözüm önerilerini sizle de paylaşayım:

Zamanı Saymak Yerine Duyumsamak

Saatle değil, bedenle zaman tutmayı deneyebiliriz.

Örneğin bir gün boyunca (ya da 1 saat boyunca işte bize uyacak bir zaman dilimi seçelim) saatimize hiç bakmadan sadece bedenimizin ne zaman yorulduğuna, acıktığına, dinlenmek istediğine dikkat edelim.

Zamanın akışını dıştan değil, içten fark etmek aslında özel kişilerde bulunan bir beceri falan değil, herkesin yaşayabileceği bir hatırlayıştır.

Zamanın Ritmini Duymak

Bir müzik parçasını sadece dinlemek yerine, onunla senkronize nefes alıp vermeyi, ya da aklımızdaki melodi ile eşleştirmeyi deneyebiliriz.

Bergson’un “süre” anlayışıyla birebir örtüşen bu deneyim, zamanı bir çizelge olarak değil, yaşanan bir bütünlük olarak deneyimlemenizi sağlayacaktır.

Müziğin nasıl geçtiğini nasıl ki anlamıyorsak, zaman da öyledir. Yaşarken farketmezsek geçer gider, ölçülmez. Ama farkında olup, anda kalmayı gerçekten başarıp bir de o anın tadına varmayı başarırsak, çok güzel olmaz mı?

“An”ı kurmak bir eylemdir

“Şimdi” dediğimiz şey, kendi kendine var olan pasif bir nokta değil; oluşturduğumuz bir bilinç hâlidir. Bu bilinç anını geçmişle, gelecekle, dertlerle, üzüntülerle ve hatta sevinçlerle doldurmanın derdine düşmek, bizi andan uzaklaştırır. Bence bu, insanın kendine yapabileceği en büyük kötülüklerden biridir.

Bir işe başlarken önce üç kere derin nefes alsak, bulunduğumuz mekânda hoşumuza giden bir nesneye dokunsak, güzel bir koku varsa o anlık ona, var olan güzel bir melodi kulağımıza geliyorsa ona odaklansak, bedenimizdeki tüm duyularla o anı daha fazla yaşamış olmaz mıyız?

Zamanı dış koşullar değil, dikkatin yönü belirler. Bunu anlamak farkındalığımızı artırır, uygulamak ise bunu yaratır.

Zamanın Hızını Yavaşlatan Mikro-ritüeller

Her gün yaptığımız bir rutini (örneğin çay demlemek, yüzümüzü yıkamak, ayakkabımızı giymek) bilinçli yavaşlıkla yapmayı deneyebiliriz. Kronobiyolojide bu tür sabit tekrarlar zihinsel saatle bedensel saati senkronize eder, huzur verir.

Ne yapıyorsak yapalım, aynı şeyi bilinçli yaptığımızda, artık o şeyi yapıyor değil, yaşıyor hale geliriz.

Buna düşünmek de dahil. 

Bir sıkıntı var, 5 dakika düşündük, çözüm bulamadık, sonraki bir saatte aynı şeyi düşünerek 1 saatimizi ziyan etmek de bizim elimizde, ya da biraz ara vermek, o sırada birkaç dakika 5 duyumuzla anı yaşamak, derin nefesler almak, su içmek, güzel bir müzik açmak, komik bir şey izlemek ve bu şekilde farklı bakacak yönler bulacak zaman edinmiş olup 10 dakikada o sorunu çözmek de bizim elimizde.

Hiç çözülmeyecek bir şeyse bunu da kabul edip, bununla barışıp, bu bozuk şeyin geri kalan güzel şeyleri de bozmaması için gayret etmek de bizim elimizde.

Neyse, çok uzattım ama lazımdı. Anda kalmak önemli.

“Zamanı Kazanmak” Değil, Onunla Barışmak

“Zamanı iyi kullanmalıyım” baskısı, zamanla kurduğumuz ilişkileri bir verimlilik yarışına çevirir. Oysa verimli değil, uyumlu yaşamak istiyoruz. Bu yüzden zaman yönetimi değil, zamanla dostluk kurulmalı.

Belki de mesele zamanı yakalamak değil, onunla birlikte yol almayı öğrenmektir.


Sonuç ve Okuyucuya Mesaj

Zaman, çoğu zaman yaşayıp bittiğini fark edemediğimiz bir nehir gibi akıyor. Onu ölçmeye, kontrol etmeye, hatta yönetmeye çalışıyoruz. Ama belki de zaman, kontrol edilecek değil; birlikte, el ele yol alınması gereken bir şeydir.

Zamanı yaşayamıyor oluşumuzun nedeni, onun çok hızlı geçmesi değil; bizim çok uzaklarda olmamız. 

Bazen gelecekteki bir ihtimali düşünüyoruz, bazen geçmişteki bir ihtimalden hayıflanıyorumz. Oysa hayat yalnızca o sırada olup bitiyor.

Belki de “anı yaşamak” bir marifet değil, bir cesaret işi:

Durmayı, yavaşlamayı, bakmayı ve bakakalmayı göze almak.

Beklemeyi, sıkılmayı, hissetmeyi yeniden öğrenmek.

Bu yazıyı kapatırken size de bir soru bırakmak isterim:

Zaman sizin için düşman mı, araç mı, yoksa yoldaş mı? Bugün zamanla dost olmayı gerçekten denediniz mi?

Bir sonraki yazımda, zamanla birlikte kaybolan bir başka şeyi ele alacağız: dikkatimizi.

Neden artık hiçbir şeye tam olarak odaklanamıyoruz?

Zihnimizi kim yönetiyor ve biz bu denklemin neresindeyiz?

Sorularına birlikte cevap arayacağız.

O zamana kadar,

Sevgiyle kalın.

You've successfully subscribed to Cenk Ebret Personal Website
Great! Next, complete checkout to get full access to all premium content.
Error! Could not sign up. invalid link.
Welcome back! You've successfully signed in.
Error! Could not sign in. Please try again.
Success! Your account is fully activated, you now have access to all content.
Error! Stripe checkout failed.
Success! Your billing info is updated.
Error! Billing info update failed.