Kumarhaneler ve şans oyunları için “kasa her zaman kazanır” ya da “sistem her zaman kazanır” dendiğini hepimiz duymuşuzdur.
Daha önceki yazılarımı okuyanlar bilecektir; insanı, isteyerek ya da istemeyerek kurduğu sistemlerin (ya da döngülerin) içinde dönüp duran bir varlık olarak görüyorum.
Peki madem insan da sürekli bir sistemin içindeyse, neden bu sistem hep bizim lehimize çalışmıyor?
Ya da soruyu tersten sorayım:
Aynı hataları tekrar tekrar yaşıyor olmamızın sebebi, sistemin aslında kazanıyor olması olabilir mi?
Belki de mesele, sistemi farkında olmadan bizi kaybettiren şekilde tasarlamamızdır.
Kafaları yeterince karıştırabildiysem, şimdi meramımı anlatabilirim.
Bu yazıda; yazılım süreçlerinde sıkça kullandığımız sistem yönelimli düşünme ve hatalardan öğrenme yaklaşımını merkeze alarak, hayatımızı ve alışkanlıklarımızı şekillendiren sistemleri bilinçli şekilde ele alırsak ne gibi kazanımlar elde edebileceğimizi birlikte irdeleyeceğiz.
Çünkü çoğu zaman sorun “irade eksikliği” ya da “yeterince istememek” değil; bizi tekrar tekrar aynı sonuca götüren görünmez sistemlerdir. (11*)
Ve biz bu sistemleri fark etmediğimiz sürece, ne kadar niyet edersek edelim, sonuç çoğu zaman değişmez.
İşte tam bu noktada yazılım dünyasından gelen bir bakış açısı devreye giriyor.
Yazılımcılar, büyük ve karmaşık problemleri tek seferde çözmeye çalışmaz.
Onlar sistemi parçalara ayırır, tekrar tekrar dener, hatalardan öğrenir ve her döngüde biraz daha iyileştirir.
Belki de hayatı daha iyi yaşamanın yolu, kendimizi “bozuk” sanmak yerine, içinde yaşadığımız sistemi yeniden düşünmekten geçiyordur.
Şimdi gelin, yazılımcıların her gün uyguladığı bu küçük ama güçlü ritüellere yakından bakalım…
Ve onların hayatın içindeki karşılıklarını birlikte keşfedelim.
Konunun Felsefi ve Bilimsel Arka Planı
Felsefi perspektif
İnsanı çoğu zaman “iradesi olan bir varlık” olarak tanımlarız. Bir şeyi isterse yapar, isterse yapmaz… Sanki mesele sadece karar vermekmiş gibi.
Ama felsefe bu konuda daha soğukkanlı bir yerden konuşur.
Mesela Aristoteles, insanın karakterini tekil kararlarla değil, tekrar eden eylemlerle açıklar. (1*)
Ona göre karakter, bir anda verilen kahramanca kararların sonucu değildir; her gün, çoğu zaman farkında bile olmadan yaptıklarımızın toplamıdır.
Yani insan bir kere doğruyu seçtiği için değil, aynı davranışı defalarca tekrar ettiği için “öyle biri” olur.
Bu bakış açısı şunu ima eder:
Hayatımızı belirleyen şey irade patlamaları değil, alışkanlığa dönüşmüş düzenlerdir.
Spinoza ise meseleyi bir adım daha geriye götürür.
Ona göre bir davranışın arkasında mutlaka bir sebep vardır.
Ama bu sebep çoğu zaman bizim “özgürce seçtiğimizi” sandığımız şey değildir.
Davranışı doğuran asıl şey, o davranışı mümkün kılan koşullardır. (2*)
Spinoza der ki:
İnsan, neden böyle davrandığını anlamadığında kendini özgür sanır; ama nedenleri gördüğünde, aslında bir düzenin içinde hareket ettiğini fark eder.
Yani davranış sebebe bağlıdır, sebep de o sebebi mümkün kılan koşullara…
Bu zinciri fark etmeden sadece “daha güçlü olmalıyım” demek, aynı sonucu üreten sistemi olduğu gibi bırakıp farklı bir sonuç beklemeye benzer.
Buradan çıkan sonuç biraz rahatsız edici ama çok öğreticidir:
İnsan, çoğu zaman iradesiyle değil, içinde yaşadığı düzenle yaşar. (11*)
Ve eğer bu düzen fark edilmezse, aynı düşünceler, aynı tepkiler, aynı sonuçlar farklı günlerde, farklı isimlerle tekrar tekrar karşımıza çıkar.
Bu yüzden değişim, “kendimi zorlayacağım” demekle değil; davranışları doğuran sistemi görüp yeniden düzenlemekle başlar.
İşte tam bu noktada, modern dünyanın en sistematik öğrenme alanlarından biri olan yazılım geliştirme, bize şaşırtıcı derecede tanıdık bir yol gösterir.
Felsefenin bu noktada söylediği şey aslında oldukça net: İnsanı değiştiren şey tekil niyetler değil, tekrar eden düzenlerdir.
Ama burada insanın aklına şu soru geliyor:
Eğer gerçekten davranışlarımızı belirleyen şey düzenlerse, bunu bedenimizde ve beynimizde de görebiliyor muyuz?
Yani bu sadece düşünsel bir yorum mu, yoksa biyolojik olarak da aynı sistem mi işliyor?
Bilim bu soruya oldukça sakin ama güçlü bir cevap veriyor.
Beyin, tek tek kararlar almaktan hoşlanan bir yapı değil.
Aksine, örüntüleri, alışkanlıkları ve tekrarları sever.
Çünkü tekrar eden her şey, beyin için daha az enerji demektir. (6*)
Bir davranışı ilk kez yaptığımızda beyin ciddi bir efor harcar.
Ama aynı davranış tekrarlandıkça, bu yük yavaş yavaş otomatikleşir.
Düşünmeden yapılır hâle gelir.
Hatta bir süre sonra “biz” yapmıyor gibi oluruz; davranış kendi kendini üretir.
Nörobilim bunu şöyle açıklar:
Beyin, sık kullanılan yolları kalınlaştırır, nadir kullanılanları budar. (8*)
Yani aslında içimizde, her gün fark etmeden kendi sinir yollarımızı inşa ederiz.
Bu da felsefede konuştuğumuz “düzen” kavramını, bedensel bir gerçekliğe dönüştürür.
Artık mesele sadece “ne istediğimiz” değil; hangi davranışları hangi koşullarda, ne sıklıkla tekrar ettiğimizdir.
İrade, bu sistemin küçük bir parçasıdır.
Ama sistemi taşıyan asıl güç, tekrar eden sinir devreleri ve alışkanlık döngüleridir.
İşte bu yüzden, aynı niyetle defalarca başlayıp aynı noktada tıkanan insan, zayıf olduğu için değil; aynı sistemi çalıştırdığı için aynı sonucu alır.
Bilim burada felsefeyle aynı yere işaret eder:
Eğer sonucu değiştirmek istiyorsak, niyeti değil, düzeni ele almak zorundayız.
Ve tam bu noktada, bizi davranışın en derin mekaniklerine götüren bir konuya geliyoruz: alışkanlıkların, kararların ve öğrenmenin beyinde nasıl çalıştığına…
Bilimsel Yaklaşım
Alışkanlık Döngüsü, Dopamin ve Otomatikleşen Zihin
Beyin, sandığımız kadar özgürlükçü bir organ değil.
Aksine, mümkün olan en kısa yolu, en az enerji harcayarak gitmeye programlı.
Bu yüzden beynin en sevdiği şeylerden biri alışkanlık.
Nörobilim buna habit-loop, yani davranış döngüsü der. (4*) Çalışma şekli şöyledir:
Beyin bir ipucu alır, ona bir davranış ile karşılık verir ve bunun sonucunda ödül beklentisine girer.
Ve beyin ödülü alırsa şunu kaydeder:
“Bu çalıştı. Bunu tekrar edelim.”
Başta bilinçli olan davranışlar, bu döngü tekrarlandıkça otomatikleşir.
Artık düşünmeyiz, karar vermeyiz.
Sistem kendi kendini çalıştırır.
İşte burada dopamin devreye girer.
Dopamin sadece “mutluluk” kimyası değildir.
Asıl görevi şudur:
“Bu davranışı bir daha yap.” (9*)
Küçük bir rahatlama, kısa bir haz, geçici bir kaçış bile dopamin üretmek için yeterlidir.
Bu yüzden bazen bizi sabote eden davranışlar bile beynin gözünde “işe yarayan çözümler” olarak kaydedilir.
Ve tekrar tekrar çalıştırılır.
Ama işin kritik noktası burada başlıyor.
Eğer hayatımızda net bir sistem yoksa, beyin her gün aynı soruları yeniden sormak zorunda kalır:
Ne yapmalıyım?
Nereden başlamalıyım?
Hangisi daha önemli?
Bu da bizi karar yorgunluğuna sürükler.
Karar yorgunluğu şudur:
Beynin irade merkezinin (prefrontal korteks) gün içinde yavaş yavaş tükenmesi. (7*)
Ne kadar çok belirsizlik, ne kadar çok seçim, ne kadar çok “bir düşüneyim” varsa irade o kadar hızlı çöker.
Peki irade çöktüğünde ne olur?
Beyin, en tanıdık yola geri döner.
En kolay olana.
En eski alışkanlığa.
Yani sistem yoksa, alışkanlık kazanır.
Bu yüzden insanlar çoğu zaman şunu yaşar:
Sabaha güçlü bir niyet ile başlar.
Akşam aynı döngüye geri döner.
Bu bir karakter sorunu değil, bir sistem problemidir.
⸻
Bilim burada çok net konuşur:
İrade sınırlıdır.
Ama sistemler dayanıklıdır. (7*)
İrade anlıktır.
Ama alışkanlık döngüleri kalıcıdır.
Eğer davranışlarımızı değiştirmek istiyorsak, kendimize “daha güçlü ol” demek yetmez.
Döngüyü görmemiz gerekir.
İpucunu tanımamız gerekir.
Ödülü yeniden tasarlamamız gerekir.
Yani mesele şudur:
İnsanı yöneten şey tek tek kararlar değil, karar vermeden yapılan tekrarlar zinciridir.
Ve bu zinciri kırmanın yolu, iradeyi zorlamak değil; daha akıllı bir sistem kurmaktır.
Gerçek Problem ve Çözüm Önerileri
Gerçek Problem
İrade Efsanesi ve Görünmeyen Sistem
Hayatla ilgili en büyük yanılgılarımızdan biri “biraz daha istesem yapardım” düşüncesi.
Yapamadığımız her şeyin faturasını dönüp dolaşıp kendimize kesiyoruz.
İrademize.
Disiplinimize.
Karakterimize.
Modern zamanlarda en yaygın anlayışlardan biri, iradenin her şeyi çözeceği algısı.
Ama gerçek hayatta çözüyor mu derseniz, pek çözdüğü söylenemez.
Çünkü irade, sanıldığı gibi sınırsız bir güç değil. Anlık, kırılgan ve bağlama bağımlı bir kaynak.
Ve biz çoğu zaman şunu atlıyoruz:
İrade başarısız olduğunda problem çoğu zaman insan değil, sistemdir.
Şöyle düşünelim:
Her gün aynı ortamdayız.
Aynı tetikleyiciler tarafından tetikleniyoruz.
Aynı akışta sürükleniyoruz.
Aynı ödülleri alıp duruyoruz.
Ama kendinizden her gün “farklı davranmamızı” bekliyoruz.
Bu, kötü tasarlanmış bir yazılımda aynı bug’ı tekrar tekrar çalıştırıp“bu uygulama yine niye çöktü?” diye şaşırmaya benziyor.
İyi niyet var.
İstek var.
Hatta farkındalık bile var.
Ama sistem hâlâ aynı.
Ve kötü bir sistemde, iyi niyet bile uzun vadede işe yaramaz.
İradeli olmamız konusunda öylesine ısrarcıyız ki dönüp duran sistemi sorgulamak yerine sürekli kendimizi suçluyoruz. Davranışımızı değil, kişiliğimizi hedef alıyoruz. “Neyi yanlış kurdum?” demek yerine “Bende bir sorun var” diyoruz
Bu da ikinci bir döngü yaratıyor:
Suçluluk motivasyon kaybına, motivasyon kaybı kaçışa, kaçış da ödül sanıp aynı alışkanlığa yol açıyor. Aynı döngü içinde dönüp duruyoruz.
Yani sistem sadece hatalı çalışmıyor, aynı zamanda kendini koruyor.
Gerçek problem şurada yatıyor:
Biz davranışlarımızı tek tek kararlar sanıyoruz.
Oysa onlar, çoktan kurulmuş bir düzenin çıktıları. (10*)
Kötü sistemler, iyi insanları bile yorar. (11*)
Kötü sistemler, en güçlü niyeti bile zamanla aşındırır.
Ve sistem her zaman kazanır.
Asıl soruyu artık şöyle sormak gerekiyor:
“Ben neden böyleyim?” değil,
“Ben neyin içinde yaşıyorum?”
Çünkü hayatı yöneten şey, kaç kere kendimizi zorladığımız değil; kaç kere aynı döngüye girdiğimizdir.
Ve o döngü değişmeden, sonuç değişmez.
Çözüm Önerileri
İradeyi Zorlamak Değil, Doğru Sistemi Kurmak
Eğer problem irade değilse, çözüm de daha fazla irade değildir.
Çözüm şurada başlıyor:
Doğru davranışı zorlaştıran sistemi söküp, doğru davranışı kolaylaştıran bir düzen kurmakta.
İnsan, en çok ne kolaysa onu yapar. (5*)
Bu bir zayıflık değil; biyolojik bir gerçek.
O yüzden yapılacak ilk şey şu:
Davranışı düzeltmeye çalışmak değil, davranışı doğuran altyapıyı yeniden tasarlamak. (3*)
Doğru Davranışı Kolaylaştırmak
Biz yanlış davrandığımız için değil, doğru davranış gereksiz yere zor olduğu için takılıyoruz.
Bizi yoran, üzen, yalnızlaştıran, kötü hissettiren bir davranış, bir alışkanlık tekrar ediyorsa bu sisteme dahil olduğu ve döngüye dönüştüğü için sistem bunu normalleştirmiş olabilir ve bu yüzden sürekli tekrar ediyor olabilir. Ama kötü hissetme devam eder. O zaman bir kanca gibi kötü hissettiğimiz anlara dikkat kesilsek, hangi davranışın ya da alışkanlığın buna sebep olduğunu bulabiliriz.
Bulduktan sonra yapmamız gereken bizi zorlayabilir, olsun. Artık “ben bunu nasıl yapacağım?” değil, “bunu yapmamı ne kolaylaştırır?” diye bakarsak bu davranışı dönüştürebileceğimizi biliyoruz.
Engelleri Kaldırmak
Çoğu zaman ilerleyemememizin sebebi motivasyon eksikliği değil; fazlalık bolluğu.
Çok fazla seçenek, çok fazla karar, çok fazla dikkat dağıtıcı…
Sistem şiştikçe, zihin donar.
Bazen eklemek değil, silmek gerekir.
Bir alışkanlık kazanmak için değil; onu yapmayı zorlaştıran şeyi ortadan kaldırmak için.
Küçük Kazanımları Görünür Kılmak
Bir dönem şunu net gördüm:
İlerliyordum ama fark etmiyordum.
Ve fark edilmeyen ilerleme, zihinde gerçekleşmemiş sayılıyor.
Küçük kazanımlar görünür olmadığında beyin şunu söylüyor:
“Demek ki bir şey değişmiyor.”
O yüzden sistemi şuna göre kurmak gerekiyor:
Küçük adımlar görünsün.
Kayda girsin.
İz bıraksın.
İnsan, ilerlediğini hissettiği sürece devam eder.
Mikro Düzeltmeleri Ritüele Dönüştürmek
Büyük değişimler değil, küçük ayarlamalar sürdürülebilir.
Haftalık olarak şunu sormak bile yeterli:
“Bu hafta nerede takıldım?”
“Bunu bir tık daha kolay hale nasıl getiririm?”
Ne hayatı yeniden yazmak, ne de kendini baştan yaratmak gerek.
Sadece sistemi biraz daha akıllı hale getirmek.
Küçük Altyapı Değişiklikleri, Büyük Dönüşümler Yaratır
İnsan devrimle değil, optimizasyonla değişir.
Bir tık daha az sürtünme.
Bir tık daha fazla netlik.
Bir tık daha görünür ilerleme.
Ve sistem, yavaş yavaş bizim lehimize çalışmaya başlar.
Kendi Deneyimimden Küçük Bir Not
Benim için kırılma noktası şuydu:
O kötü hissetme durumu meydana geldiğinde, daha da kötü hissetmeye başlıyordum. Kötü hissedince çekilmez birine dönüşüyor, sonra bunu iradesizliğime yoruyor ve kendime kızıyordum ve bunun bir döngüye dönüştüğünü fark ettim.
Bir süre “ben iradeli adamımdır, bu durum yaşanırsa şöyle davranırım” diye düşündüm.
Ama sinirlenince bütün bu cümleler anlamını yitiriyor, yine aynı döngüye düşüyordum.
İradeyle devam edemediğimi fark ettiğimde kendimle kavga etmeyi bıraktım.
Soruyu değiştirdim.
“Niye yapamıyorum?” yerine
“Bunu yapmamı zorlaştıran ne?” dedim.
Ve ilginçtir…
İradeyi kurtarmaya çalışmadığımda, devam edebildim.
Doğru sistemi kurduğumda, niyet kendiliğinden akmaya başladı.
Her sinirlendiğimde bir travmamı, bir eski iletişimsizliğimi, acıtan bir deneyimin tezahürünü görmeye, anlamaya başladım ve hepsini anladıktan sonra çözümleyebildim.
Meğer mesele karakterimle değil, sistemle alakalıymış. Meğerse kurulu düzenim varmış, olmasa orada dakika durmazmışım.
Sonuç ve Okuyucuya Mesaj
Sırtımızda dünyanın yükü yüklü. Mutsuz olmamıza sebep olan yüzlerce davranışın, alışkanlığın içinde mutlu kalmaya gayret ederken, yine bu döngülerin oluşturduğu sistemler içinde farkında olmadan yaşıyoruz. Başaramadığımızda, mutsuz olduğumuzda kendimize yükleniyor, iradesizliğimize suç buluyoruz. Ama aslında irade falan hikâye; biz ya kendi kurguladığımız ya da farkında olmadan içine girdiğimiz sistemlerin içinde yaşıyoruz.
Bu yazıda, sistem yönelimli düşünerek hayatımıza nasıl daha sağlıklı bir yön verebileceğimizi irdelemeye çalıştım.
Umarım bu konuda küçük de olsa bir farkındalık yaratabilmişimdir.
Şimdi sıra sizin sorunuzda:
Aklınıza sizi en çok tetikleyen (kızdıran, üzen, acıtan) bir huyunuzu getirin, (kendimden örnek verecek olursam üşengeçlik mesela). Bu his tetiklendiği zaman, artık bir sistemin buna sebep olduğunu biliyorsunuz, peki bu sistemde size bu hissi yaşatmayacak bir değişiklik yapacak olsanız bu ne olurdu?
Bir sonraki yazıda hataların sisteme nasıl veri sağladığını ve “öğrenen sistem” yaklaşımını ele alacağım. (12*)
O zamana kadar, sistemle ve sevgi ile kalın.
Kaynakça
- Aristotle - Nicomachean Ethics
- Spinoza - Ethics
- James Clear - Atomic Habits
- Charles Duhigg - The Power of Habit
- Wendy Wood - Good Habits, Bad Habits
- Daniel Kahneman - Thinking, Fast and Slow
- Roy Baumeister & John Tierney - Willpower
- Robert Sapolsky - Behave
- Wolfram Schultz - “Dopamine Reward Prediction Error”
- Stanovich & West - “Individual Differences in Reasoning”
- Donella Meadows - Thinking in Systems
- Karl Popper - Conjectures and Refutations
