İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır? – Yunus Emre (1*)
Kendimizi bilme arayışı, her şeyden önce hayatta kalma gerekliliğiyle başlar.
Vücudumuzun kusursuz, döngüsel işleyişini düşünün. Yemek yemek, su içmek, uyumak...
Bunları düşünmeyiz bile, bedenimiz otomatik olarak halleder. Acıktığımızda, susadığımızda bize haber verir. Tıpkı bir gezegenin yörüngesi gibi, sürekli bir tekrar ve ahenk içindedir.
Sabah güneş doğar, gece batar; mevsimler döner durur. Belli ki insan da benzer biçimde dönüp durur.
Peki ya farkında olmadığımız, biyolojik olmayan döngülerimiz? Tıpkı güneşin doğup batması gibi, her gün zihnimizde tekrarlanan görünmez kalıplar... Acaba hayatımızı asıl yöneten bu içsel döngüler olabilir mi?
Başımıza olumsuz bir şey geldiğinde (bir travma yaşadığımızda) o bazen içimize öyle bir yara açar ki, ne zaman benzer bir duruma yaklaşsak, sanki o kötü durum tekrar yaşanacakmış gibi stres duyarız. Acaba farkında olmadan kendimize sürekli tekrar eden döngüler yaratıyor olabilir miyiz?
Psikoloji literatüründe bu duruma “travmatik tekrar” adı veriliyor. Bu, farkında olmadan hayatımızda sürekli aynı senaryoları yeniden yaratma halimizdir. Bessel van der Kolk’un da belirttiği gibi, beden travmayı hatırlar ve bilinçdışı tekrarlarla bizi aynı senaryoya sürükleyebilir. (2*)
Peki, sadece travmalar mı bizi tekrar ettirir?
Hayır. Başkaları hakkında kafamızda oluşan keskin yargılarımızı düşünün: “Şu kişi çok konuşuyor,” “öteki çok sessiz” deriz, kimini sinsi buluruz...
Bu yargılar, o kişilerin tekrar eden davranışlarını görmemizden kaynaklanır.
Peki ya biz? Kendimize dışardan bakabilsek, acaba biz neyi tekrar ediyoruz? İçimizden kendimize söylediğimiz cümleler, farkında olmadan döngülere dönüşmüş olabilir mi?
Başarılı olduğumuzda kendimize sürekli olumlu şeyler mi söylüyoruz? Başarısız olduğumuzda kendimizi dövüyor muyuz?
İşte bu yazıda, sözcüklerin derinine inmeye ve içsel döngülerimizin farkında olarak ya da olmayarak hayatımızı cennete mi yoksa cehenneme mi çevirdiğimizi anlamaya çalışacağız.
Felsefi ve Bilimsel Bakış Açısı
Felsefi Perspektif
Nietzsche: Ebedi Dönüşten Özgürleşmeye
Nietzsche’nin “ebedi dönüş” fikri, aslında insanın yaşamına dair en sert yüzleşmelerden biridir: (3*)
“Eğer hayatın en ufak ayrıntısına kadar aynı biçimde, sonsuz kez tekrar edileceğini bilseydin, yine de aynı şekilde yaşamaya razı olur muydun?”
Bu sorunun gücü, hayatın kaçınılmaz tekrarlarını önümüze koymasında yatar. Yediğimiz yemekler, işlediğimiz hatalar, sevinçlerimiz, hayal kırıklıklarımız… Hepsi döngüler halinde geri gelir. Eğer biz bu döngülere mahkûm olduğumuzu düşünüyorsak, hayat bize bir zincir, bir pranga gibi görünür.
Ama Nietzsche’nin mesajı aslında zinciri kırmaya yöneliktir: Eğer bu tekrarları isteyerek, hatta sevgiyle kucaklayabilirsek, o zaman hayatın yükü özgürlüğe dönüşür. Döngülerden kaçamayız; ama onları nasıl yaşadığımızı seçebiliriz.
Doğu Felsefeleri: Samsara ve Farkındalık
Buda’nın öğretilerinde döngüsel tekrar, yani samsara, yaşamın acı kaynağı olarak görülür. Doğum, ölüm, yeniden doğum; arzular, bağlanmalar ve hayal kırıklıkları… İnsan, farkında olmadan bu sonsuz çarkın içinde döner durur. (4*)
Ama doğu felsefelerinin sunduğu çözüm, döngüyü reddetmek değil, fark etmektir. Mindfulness, yani bilinçli farkındalık, samsara’nın kapısını aralayan anahtardır. Kendi zihnimizde otomatik olarak dönen cümleleri, tekrar eden davranış kalıplarını, sürekli tetiklenen duyguları fark ettiğimizde, döngünün dışına adım atabiliriz.
Kısacası: Döngü farkındalığı, özgürlüğün başlangıcıdır.
Heidegger: Dil Dünyayı Kurar
Heidegger’in ünlü söylemlerinden biri de şudur:
“Dil, varlığın evidir.”
Yani dünyayı deneyimleme biçimimiz, dilin bize sunduğu çerçevelerle şekillenir. (5*)
Eğer bu doğruysa, sürekli tekrar ettiğimiz kelimeler yalnızca düşüncelerimizi değil, tüm varoluşumuzu kuruyor olabilir.
“Ben yapamam” diyen, farkında olmadan kendi sınırlarını kurar.
“Zaten hep böyle olur” diyen, kendi kaderinin duvarlarını örer.
Dilsel döngüler, görünmez zincirler gibidir.
Sözcüklerimiz zihnimizde defalarca tekrarlandıkça, dışarıya taşar ve yaşamımızın biçimini belirler.
Dolayısıyla, dilimizi fark etmek ve dönüştürmek, aslında kaderimizi dönüştürmenin ilk adımıdır.
Bilimsel Perspektif
Kelimelerin Nörolojik Gücü
Psikoloji ve bilinçaltı araştırmaları, dilin yalnızca bir iletişim aracı olmadığını ortaya koyuyor. Sözcükler, zihnimizin ve bedenimizin işleyişini doğrudan etkileyen güçlü kalıplardır.
“Başarılıyım, umutluyum, güçlüyüm” gibi olumlu sözler beynin ödül merkezini aktive eder; dopamin salgısı artar ve kendimizi güçlü hissederiz.
“Yetersizim, korkuyorum, başarısızım” gibi olumsuz sözler ise amigdalayı harekete geçirir, kortizolü yükselir, stres tüm bedenimizi sarar. (6*)
Bu bağlamda içimizde ve çevremize karşı sürekli tekrar ettiğimiz cümleleri gözden geçirmekte ve döngülerimizi yeniden düzenlemekte fayda var gibi görünüyor.
Dilin Düşünceyi Şekillendirmesi
Sapir-Whorf hipotezi bize şunu hatırlatır:
Düşüncelerimiz, kullandığımız dille biçimlenir.
(7*)
Bir kültürde zaman “geçip giden bir nehir” olarak tasvir edilirken, başka bir kültürde “döngüsel bir çember” olarak anlatılır.
Aynı gerçeklik, farklı dillerde bambaşka bir şekilde deneyimlenir. Bu da o kişilerin beyninin çalışma biçimini, hayata bakış açılarını dahi değiştirir.
Dilin kendisi dahi bu kadar güçlü bir etki yaparken, dil içindeki kelime ve cümle seçimleri de farkında olsak da olmasak da bizim nöral bağlarımıza ve hayatımıza etki eder.
Küçük Sözcüklerin Büyük Etkisi
Kullandığımız tek bir kelime bile bilinçaltımızda büyük fark yaratabilir.
“Deniyorum” dediğimizde hâlâ başarısızlık ihtimaline kapı aralıktır.
“Yapıyorum” dediğimizde ise eylem kesinlik kazanır. (8*)
Bu küçük çerçeve değişiklikleri, davranışlarımızın yönünü de belirler.
Günlük Dilin İpuçları
James Pennebaker’ın çalışmalarına göre, insanların yazılarındaki sözcükler kişiliklerini, ruh hallerini ve hatta iyileşme süreçlerini yansıtır. (9*)
“Ben” sözcüğünü aşırı kullanmak depresif ruh haliyle ilişkilidir.
Sosyal zamirlerin artması (biz, onlar) ise aidiyet hissini gösterir.
Aynı durum framing effect’te de geçerlidir:
“%90 başarı oranı” kulağa umut verici gelirken, “%10 başarısızlık oranı” kaygıyı tetikler. İkisi aynı şeyi söylese bile... (10*)
Nörobilim ve Dilin Beyindeki İzleri
Richard Davidson ve bazı diğer araştırmacılar, meditasyonun ve olumlu iç konuşmanın beynin fiziksel bağlantılarını değiştirdiğini gösteriyor. Yani seçtiğimiz kelimeler, beyin plastisitesi sayesinde gerçek bir dönüşüm yaratıyor.
Hipnoz ve telkin araştırmaları da aynı noktada hemfikir.
“Şimdi daha rahat nefes aldığını fark ediyorsun” gibi cümleler, emir kipine girmeden kişiyi kendi deneyimine davet eder. Böylece bilinçaltında daha kalıcı bir etki bırakır. (11*)
Döngülerden Özgürlüğe
Sürekli tekrar ettiğimiz olumsuz cümleler, beynimizde derin nöral yollar açar. Bu yollar zamanla otomatik hale gelir ve bizi aynı döngülere hapseder.
Ama bilinçli bir şekilde seçtiğimiz olumlu sözler, bu yolları yeniden yapılandırabilir.
Dil, yalnızca düşüncemizi değil, beynimizin donanımını da dönüştürür.
Böylece, kelimeler aracılığıyla kendimize yeni bir özgürlük alanı açabiliriz.
Gerçek Problemler ve Çözüm Önerileri
Problemler
Sanıyorum öncelikle şunu fark etmekte fayda var: Biraz mecazi de olsa, neyi tekrar tekrar yapıyorsak oyuz.
Problem şu ki eğer kelimelerin gücünü fark etmezsek, kendi içimizde döngüler kurar ve sonra buna “kader” der geçeriz. (12*)
Carl Jung’a göre, kolektif bilinçdışı arketipler de benzer döngüleri taşır; birey, kendi içindeki bu tekrarlarla yüzleşmedikçe zincir kırılmaz. (13*)
Kendimizde içsel olarak kurduğumuz cümleler şu şekilde olursa:
“Ben hep başarısız olurum.”
“Beni kimse anlamaz.”
Bu cümleler bir kez kurulunca döngüye dönüşme ihtimalleri artar. Zihnimiz buna inandıkça davranışlarımız da aynı yönde tekrar eder. Ama fark edersek... İşte o zaman bu döngüleri kırabiliriz.
Çözüm Önerileri
Döngüleri Kırmak: Stoacı Yeniden Çerçeveleme
Epiktetos’un öğretileri, sadece “kontrol edemediklerimiz” üzerine değil, döngüsel alışkanlıklarımız üzerine de ışık tutar.
Hep aynı durumda aynı tepkiyi vermek, öfkeye kapılmak, kaygıyla kıvranmak aslında kendi elimizle kurduğumuz zincirlerdir.
Stoacı bakış, bu döngüleri yeniden çerçevelemeyi önerir. (14*)
Olan biteni değiştiremeyebiliriz, ama her seferinde verdiğimiz tepkileri döngüsel olup olmamasına ve bizi iyi ya da kötü hissettirmesine bakarak gerektiğinde değiştirerek aynı kısır döngüyü kırabiliriz.
Mindfulness: Döngüyü Fark Etmek
Mindfulness çoğu kez “anda kalmak” diye özetlenir. Ama burada asıl mevzu şudur:
Tekrarlayan düşünceleri fark ettiğimiz an, onların bizi yönetme gücü zayıflar.
Örneğin, her başarısızlıkta zihniniz “ben yetersizim” cümlesini döndürüyorsa, o an bunu yakalamak zincirin ilk halkasını çözmek gibidir.
Önce durumu fark ederiz, sonra onunla aramıza bir mesafe koyarız, ve bu sayede onu dönüştürürüz.
Dilin Gücü: İçsel Senaryoyu Yeniden Yazmak
Kelimeler, zihnimizin döngülerini gizlice besleyen en güçlü araçlardır.
“Ben hep kaybederim” gibi olumsuz cümleler, tekrarlandıkça bilinçaltına kazınır.
Oysa küçük bir değişim büyük fark yaratır:
Kendimize bir “sorun” var dersek bu sorun sorun olarak kalacağı yönünde bir his bırakırken, “zorluk” var dersek bu çözebileceğimiz bir zorluk olduğu hissini verebilir.
“Deniyorum” dersek kendimize bir başarısızlık payesi bırakır ön kabulu veririz, ama “yapıyorum” dersek bu bize özgüven aşılayabilir.
“Ben başarısızım” gibi cümleler başarısızlığı karakterimizin bir parçası gibi gösterirken “Deneyim kazanıyorum.” gibi cümleler başarısız olsak bile o başarısızlıktan bir şey öğrenerek güçlenen biri olduğumuzu bize hatırlatabilir.
Unutmayalım, dil, düşünceyi; düşünce de kaderimizi şekillendirir.
Küçük Pratik: İç Ses Günlüğü
Döngüleri fark etmenin basit ama etkili bir yolu:
3 gün boyunca iç sesinizi kaydedin ya da yazın.
En çok tekrar eden 5–10 cümleyi işaretleyin.
Sonrasında her birini daha yapıcı bir dile çevirin.
Örneğin:
“Kimse beni anlamıyor” demek yerine “İletişim yollarımı geliştirebilirim.” diyerek sorunu dış dünyaya yükleyip sıyrılmak yerine kendimizi geliştirecek bir adım atabiliriz.
Bu küçük alıştırma, görünmez döngülerin iplerini çözmeye başlamak için güçlü bir adımdır.
Sonuç ve Okuyucuya Mesaj
Sanırım vardığımız en temel nokta şu ki, insan da, tıpkı evren gibi, döngüler içinde yaşar.
Farkında olmadığımız döngüler bizi zincirler, onları fark ettiklerimizse özgürleştirir. Bu özgürleşmenin anahtarı ise dilimizde saklı.
Kendimize söylediğimiz her kelime, zihnimizde yeni bir halka oluşturur. O halkalar bir zincire mi dönüşecek, yoksa bizi gökyüzüne mi taşıyacak, seçim tamamen bizim.
Bizim dilimiz, bizim iç döngülerimiz...
Her zaman olduğu gibi bu soru da siz okurlarıma gelsin:
Peki sizin farkında olmadan döngüsel hale getirdiğiniz cümleleriniz, düşünceleriniz var mı? Sizce siz de onları dönüştürerek hayatınızı güzelleştirebilir misiniz?
Günlük iç sesimiz kadar, dilin tarihinden gelen sesler de hayatımızı şekillendiriyor. Bir sonraki yazıda, kaderimizi şekillendiren bazı temel kelimelerin kökenlerine dalacağız: Dilden düşünceye uzanan bu yolculukta siz de kendi kelimelerinizin izini sürmeye var mısınız?
O zamana kadar, sevgiyle kalın...
Kaynakça
- Yunus Emre – Divan (13. yy)
- Bessel van der Kolk – The Body Keeps the Score (2014)
- Friedrich Nietzsche – Böyle Buyurdu Zerdüşt (1883–85)
- Walpola Rahula – What the Buddha Taught (1959)
- Martin Heidegger – Unterwegs zur Sprache (1959)
- Barbara Fredrickson – Positivity (2009)
- Edward Sapir & Benjamin Lee Whorf – Language, Thought, and Reality (1956)
- Richard Bandler & John Grinder – Frogs into Princes (1979)
- James W. Pennebaker – The Secret Life of Pronouns (2011)
- Amos Tversky & Daniel Kahneman – Choices, Values, and Frames (1981)
- Milton Erickson – Hypnotic Realities (1976)
- Robert Cialdini – Influence: The Psychology of Persuasion (1984)
- Carl Jung – The Archetypes and the Collective Unconscious (1959)
- Epiktetos – Enchiridion (M.S. 135 civarı)