Söyle, buldun mu?

Mutluluğa derinlemesine bir bakış atalım.

Canımız çikolata çekmiş olsun. Yiyelim ve o anda kalarak ne kadar güzel bir tat aldığımızın o an için farkına varalım.

Şimdi biz mutlu mu olmuş olduk?

Ya da toplumun yarısının hoşuna gidecek yarısının da nefret edeceği bir tweet atmış olalım, bir şekilde çok fazla etkileşim alsın, takipçi sayımız 10 katına çıksın. Mutluluk hissimiz tatmin olur mu?

Toplumun bizden beklentilerini tam olarak karşılayalım. Okulda başarılı olalım, iyi bir iş bulalım, orada üstün bir başarı gösterip CEO olalım, bunları yaparken hak hukuk gözetmemiş olalım. İnsanları aşağı çekelim, kendimizi torpille işe sokturmuş olalım. Haksız mevkiler edinelim ama toplumun gözünde çok başarılı üstün bir birey olalım. Mutlu olur muyuz sizce?

Biz gerçekten mutlu mu olmaya çalışıyoruz yoksa insanların bizim mutlu olmamızı sanmasını mı hedefliyoruz?

Bu yazıda bu konulardaki düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bunun için sanıyorum haz, mutluluk ve huzur arasındaki farkları anlamamız ve neyi gerçekten istediğimizin farkına varmamız gerekiyor. Bu üç kavram sürekli birbirine karıştırıldığı için bu konuda doğru bakış açısını edinmemiz gerekiyor diye düşünüyorum.


🌿 Haz, Mutluluk ve Huzur Arasındaki Farklar

Haz: Dışsal uyaranlar ile tetiklenen, geçici, anlık bir tatmin duygusu veren, hızlıca doyulan ve yenisi aranmaya başlanan anlık his. Mesela çikolata yediğiniz an çok haz alırsınız ama sonsuza kadar o an ne çikolata yemiş ve haz almıştım şeklinde aklınızda kalmaz. Cinsellik, güzel bir müzik, hoş bir yemek gibi duyularımıza hitap eden durumlar genelde haz kaynağıdır.

Mutluluk: Duygusal ve zihinsel olarak, yaşamımızla, ilişkilerimizle, hedeflerimizle ilgili kurduğumuz dengeden kaynaklanan orta vadede kalıcılığı olan ancak durumlar karşısında iniş çıkışlar gösterebilen duygu durumu. 

Üzerinde uğraş verdiğimiz bir konuda başarılı olmak veya bir davranışımız ya da hareketimiz için içten bir teşekkür almak gibi durumlar bizi mutlu eder. Orta vadede arayışı içinde olduğumuz, ancak bir süre sonra yeni arayışlara itilmemizi sağlayan bir his diye tanımlayabiliriz sanıyorum.

Huzur: İçsel, kendimizle başbaşa kaldığımız anlarda ya da anlamlı farkındalık anlarında içimizde hissedebilme ihtimalimiz olan kalıcı hisler bütünü. Kendinle ve evrenle barışık olunduğunda, oluşu olduğu gibi kabul edebildiğinde, kaygı ve beklentilerin yerini kabule bıraktığı durumlarda ortaya çıkar. 

Bir göl kenarında tek başına otururken içinize oh be hayat ne güzel, kuşlar ne güzel, evrenle, insanlarla nasıl bir uyum içindeyim diye düşündüğünüz anlar oluyorsa bu anların sebebi huzurlu olmanızdır.

Bu hissi hiç yaşamadıysanız bazı değişiklikler yapmanın vakti gelmiş olabilir.

Bu yazıda mutluluk kavramını bilinçli yaşam perspektifinden ele alacağım. 

Felsefi, bilimsel ve toplumsal açılardan bu iki kavramın nasıl iç içe geçtiğini, ve gerçek huzura nasıl ulaşabileceğimizi birlikte keşfedeceğiz.


🔍 Konunun Felsefi ve Bilimsel Arka Planı

📜 Tarihsel ve felsefi perspektif:

Aristoteles’in “Eudaimonia” kavramı:

Eudaimonia, Antik Yunan’da “iyi bir ruh hali” ya da “insanın en iyi haliyle yaşaması” anlamına geliyor. Aristoteles’e göre bu, anlık mutluluklardan ziyade, hayatın bütününe yayılan bir “iyi yaşama” hali. Yani insanın kendini tanıması, potansiyelini gerçekleştirmesi ve erdemli bir yaşam sürmesi.

Bu kavram, sadece neşeli hissetmek değil; içsel olarak dengede olmak, anlamlı bir yaşam sürmek ve kendinle barışık şekilde ilerlemek demek. Eudaimonia, kişinin kendi doğasına uygun yaşamasıyla ortaya çıkan derin bir tatmin hali aslında.


Epiküros, mutluluğun temelinde “haz” olduğunu söyler ama bu haz, çoğu insanın sandığı gibi sınırsız zevklerin peşinden koşmak değildir. Ona göre gerçek haz; bedensel acıdan, zihinsel kaygıdan uzak, sade ve ölçülü bir yaşamla gelir.

Yani, azla yetinmek, küçük şeylerden keyif almak, zihni huzurlu tutmak ve doğayla uyum içinde yaşamak. Epiküros’un mutluluğu, dışarıdan gelen uyaranlarla değil, içeriden kurulan dengeyle ilgilidir. Ne kadar az şeye ihtiyaç duyarsan, o kadar özgür ve huzurlu olursun der.


Stoacılık’taki kontrol edemediğin şeyleri bırakmanın özgürlüğü ve daha önce de konuştuğumuz Nietzsche’nin “Amor Fati” yaklaşımı da benzer yaklaşımlar sunar.


🧪 Bilimsel yaklaşım:

Daniel Kahneman’ın deneyimlenen ve hatırlanan mutluluk ayrımı

Daniel Kahneman isimli bir psikolog mutluluk kavramını “deneyimlenen mutluluk” ve “hatırlanan mutluluk” olarak ikiye ayırıyor. 

Deneyimlenen mutluluk adı üzerinde o an deneyimlenen mutluluk. Doğada sakin sessiz bir yürüyüş yaparken içimizde duyduğumuz huzur hissi, ya da sabah kahvemizden bir yudum aldığımız an gelen sakin ve huzur dolu bir yudum deneyimlenen mutluluk olarak tanımlanıyor.

Hatırlanan mutluluk ise geçmişe dönüp yadederken zihnimizde kalan izin bize verdiği mutluluk hissi.

Bu arada burada mutluluk derken, mutsuzluk da olabilir. Çok keyif aldığınız ya da çok keyifsiz hissettiren bir andan arda kalan “of ne süper tatildi” ya da “ıyy ne igrenç bir mekandı” gibi hafızamızda kalan şeyler hatırlanan mutluluk kavramını tanımlıyor.

Kahneman der ki, kararlarımızı genellikle hatırlayan benliğe göre veririz, ama hayatı deneyimleyen benlik yaşar. Yani bir anlamda, mutlu hatıralar yaratmaya çalışırken, o anın gerçek huzurunu kaçırabiliyoruz.


Martin Seligman’ın PERMA Modeli

Biraz da Psikolog Martin Seligman’ın PERMA modelini incelemekte fayda görüyorum.

Seligman insanın sadece acıdan uzak değil, aynı zamanda anlamlı ve doyumlu bir yaşam sürmesini merkeze alan bir mutluluk modeli öneriyor: PERMA

Bu model beş temel unsurdan oluşuyor:

  • P – Positive Emotion (Olumlu Duygular): Şükran, umut, neşe gibi duygulara hayatımızda daha çok yer açmak. Küçük şeylerden keyif almayı öğrenmek.
  • E – Engagement (Dahil Olma): Zamanın nasıl geçtiğini unutturacak kadar içine çekildiğimiz anlar. Akışta olmak. Bir işle bütünleşmek.
  • R – Relationships (İlişkiler): Gerçek bağlar kurmak. Sevmek, sevilmek, ait hissetmek. Mutluluk çoğu zaman paylaştığımız yerde kök salıyor.
  • M – Meaning (Anlam): Kendimizden daha büyük bir amaca hizmet ettiğimizi hissetmek. Yaptığımız şeyin bir anlam taşıması.
  • A – Accomplishment (Başarı): Hedef koymak, ilerlemek ve başarmak. Küçük de olsa adım attığını görmek insanı besliyor.

Seligman’a göre kalıcı bir yaşam doyumu bu beş unsurun bir dengede olmasıyla mümkün. Yani sadece neşeli olmak değil, anlamlı ilişkiler kurmak, bir işe kendini verebilmek ve içsel bir gelişim yolculuğu da bu denklemin parçası.


Mihaly Csikszentmihalyi’nin Akış Hali

Akış hali (flow), psikolog Mihaly Csikszentmihalyi’nin tanımladığı, insanın bir işe tüm benliğiyle odaklandığı, zamanın ve benliğin farkındalığını yitirdiği o özel zihinsel durumdur.

Bir şeyi yaparken öylesine kaptırırsın ki kendini, ne saat aklına gelir, ne dış dünya. Dikkatin dağılmaz, zihnin netleşir, sanki sen ve yaptığın şey tek bir organizmaya dönüşür. Bu bilinçli dikkat, beraberinde derin bir tatmin ve anlam hissi getirir.

Akış hali genelde şuralarda ortaya çıkar:

  • Ne çok kolay, ne de aşırı zor bir işle uğraşırken,
  • Yaptığın şeyde ustalaşmak isterken,
  • Ve gerçekten sevdiğin bir şeye kendini verdiğinde…

Bu durum, dışsal ödüllerden çok içsel bir doyumla beslenir. Yani yaptığın şeyi sadece sonucu için değil, yapıyor olmak için yaparsın. İşte o zaman gerçek bir bütünlük, huzur ve anlam hissi ortaya çıkar.

Benim sizler için bu yazıları yazarken hissettiğim his de aynen bu şekilde.

Bunu biraz şu kavramlara benzetiyorum: Aktif dinleme, aktif izleme, herhangi bir şeye aktif bir şekilde odaklanarak o şey ile meşgul olma.

Biri bize bir şey anlatıyorken başka hiç bir şeye odağımız kaymadan dinlersek bir sonraki söyleyeceği cümleyi tahmin edebilir bir hale geliriz.

Ya da bir film izlerken dikkatimizi sadece filme verirsek filmin gidişatını kafamızda oluşturabiliriz ve bu tahminler dikkatimizi ne kadar verirsek gerçeğe o kadar yakınsar. 

Akış’ın içinde kalmak, gelecek kaygısı ya da geçmiş pişmanlığına takılmadan o anın akışında kalabilmek kendiliğinden bir tatmin sebebidir.

Tüm bu anlam arayışı, haz, mutluluk ve akış hali… Bunların hepsi sadece zihinsel ya da duygusal süreçler değil. Bedenin kimyası da bu oyunun bir parçası. Özellikle iki nörotransmitter burada öne çıkıyor: dopamin ve serotonin.

  • Dopamin, motivasyonun nörokimyasal karşılığı. Hedefe yönelmek, merak duymak, bir işi başardığında hissettiğin o “iyi his”… Epiküros’un ölçülü haz anlayışında da, Seligman’ın accomplishment kısmında da dopaminin izi var. Ama fazlası? O bizi anlık tatmin peşinde koşan, hızla sıkılan, derinlikten uzaklaştıran bir döngüye sokabiliyor.
  • Serotonin ise daha çok içsel dengeyle, huzurla ve aidiyetle ilgili. Bir dostla samimi bir sohbet, doğada geçirilen sakin bir zaman ya da kendini bir amaca ait hissettiğinde yükselen o iç huzur… Serotonin burada devreye giriyor. Bu da Seligman’ın relationships ve meaning boyutlarıyla, Aristoteles’in eudaimonia kavramıyla örtüşüyor.

Ve işin güzel yanı şu:

Flow (akış) haline geçtiğinde dopamin ve serotonin arasında dengeli bir senfoni oluşuyor. Zihnin dağılmadan odaklanıyor, bedenin huzur buluyor, zaman kavramı eriyor. Bu sadece zihinsel bir deneyim değil, beynin nörokimyasal bir uyumu.


🌎 Toplumsal ve kültürel etkiler:

Zamanın ruhu, kapitalist düzenin geldiği nokta, tüketim kültürünün gözümüze gözümüze sokulması artık bize mutluluğun parayla satın alınabilen bir ürün gibi pazarlandığı bir sanal gerçekliği hakikat gibi yutturmaya çalışıyor.

Bir dondurmanın seksi bir hanım tarafından çıtırt diye ısırıldığı bir reklam ile x lira vererek mutlu olabileceğimizi iddia ettiği bir devirden geçiyoruz.

Yine aynı düzenin başımıza musallat ettiği çabuk tüketilen, bir gördüğümüzü bir daha göremediğimiz sosyal medyada karşımıza çıkan yalancı mutluluklar, onlara özenen ve aynı mutluluğa kavuşamadığı için yaşanan yalancı mutsuzluklar.

Sürekli tüketen ve tükenen bizlerin bu akış içerisinde kaybolması, sürekli ufak ufak farklı küçük mutluluk yalanları peşinde koşarken içinde boğulduğumuzu tatlı şirin küçük tükenmişlik sendromları.

Bir de kültürel ve toplumsal yoğrulmuşluk var.

Bazı kültürlerde mutluluk; başarı, statü, hız ve sürekli üretkenlikle tanımlanırken, bazılarında sakinlik, denge ve toplulukla uyum içinde olmak ön plandadır. 

Ama sorun şu ki:

Eğer iç sesin, dış dünyanın sesinden bastırılamayacak kadar kısılmışsa, hangi mutluluğun peşinde olduğunu bile anlayamazsın.

Kültür, neyin peşinden koştuğumuzu; yani neye değer verip neyi eksik hissettiğimizi belirleyebilir. Ama gerçek mutluluk, bu dışsal kalıpları fark edip, kendi iç tanımını yeniden yazmakla başlar.


Gerçek Problem ve Çözüm Önerileri

⚠️ Mevcut sistemde yanlış giden ne?

Çoğumuz bilerek ya da bilmeyerek mutluluk algımızı dışsal sebeplere bağlıyoruz.

Kimimiz için kariyeri, kimimiz için sahip olduğu statü, kimimiz için mükemmel bir ilişki, kimimiz içinse maddi bolluk mutlu olmak için yeterliymiş gibi geliyor.

Ama çoğumuzun farketmediği şey şu, içimizde bir boşluk varken bu hedeflere ulaşsak dahi, o boşluk orada durmaya ve hatta büyümeye, ulaştığımız hayale rağmen mutlu olmama hissine ve sonunda depresyona kadar evrilebiliyor.

Bilinçsizce yaşadığımızda, neyi neden istediğimizi bile fark etmiyoruz, bu da girdabımızı daha da derinleştiriyor.

🧭 Mutluluğa ulaşmak için ne yapmalı?

Öncelikle bilinçli yaşamak zorundayız: Verdiğimiz her kararın, yaşadığımız her duygunun, döngüsel olarak tekrar edip durduğumuz her alışkanlığın farkında olmalı ve bunları bizi en mutlu edecek şekilde düzenlemeliyiz.

Bozuk döngüler içinde şikayet edip duran, mutsuzluğunu her yerde anlatan, çözüm bulmak yerinde mağdur olduğu bir nokta bulup onun arkasına sığınan kurbanlar olmaktan kurtulmamız, kendimizin ve hayatımızın kontrolünü elimize almamız gerekiyor.

Bu yolculuğa kendi içimde başladığımda kendime bazı kurallar koymuştum, geriye dönüp baktığımda başarılı olduğumu ve kendime iyi geldiğini görebiliyorum, bu nedenle sizlerle paylaşmak isterim.

  • Hayat olduğu gibidir, olmasını istediğimiz gibi değil. O yüzden bu oluş ile kavga etmek yerine onunla barışmalı, onu anlamalı, onu mutlu olacağımız şekilde evirmemiz elzem.
  • Şikayet ettiğimiz şeyler aslında değiştirmek istediğimiz şeyler olmalı, bir şeyden birden fazla kez şikayet ediyorsak ve bunu bir eylem planına dökmeden şikayet döngüsüne giriyorsak bundan bir kurtulmamız lazım.
  • Bilinçaltımıza neyi sürekli anlattığımızın farkında olmalı, şikayet etme döngüsünü şükür döngüsü ile dönüştürmeliyiz. Bunun inançla falan alakası yok, içsel olarak kendimize geribesleme yapmamızla alakası var.
  • Doğayla, evrenle, insanlarla tek bir özden geldiğimizi özümsemeli, bir ahenk içinde olmalıyız.
  • Seçimlerimizin sorumluluğunu almalı, hoşumuza gidenleri sabit tutmalı, gitmeyenleri değiştirmeliyiz.
  • Tüm bunları yaptığımızda son ve en önemli olan bir anlam bulma - yaratma kademesine geçmeliyiz.

Hayatımda bir dönem benim işlerim zaten hep ters gider tarzı bir bakış açım olduğunu hatırlıyorum.

Burada yazsam vay be ne şanssızmışsın diye düşünüleceğinden eminim. İçimden lanetli falan olduğumu düşünüyordum. Herkese de anlatırdım bunu, çok matah bir şeymiş gibi.

Bir gün bu döngünün farkına vardım, değiştirmeye karar verdim. Yaptığım şey çok basitti.

Başıma kötü bişey geldiğinde eskiden -zaten benim başıma hep kötü şeyler gelir - diye düşünürken, artık - böyle şeyler herkesin başına gelebilir, ben sadece yanlış bir şey yaptım mı ona bakıp düzelteyim - demeye başladım.

Bir süre sonra bu başıma gelen kötü şeylerde - bak başıma bunun geldiği iyi oldu yoksa bu hatayı farkedemezdim, bundan öğrendiğim şeyleri öğrenemezdim - tarzı şükürsel bir düşünce yapısına dönüştü.

Sanıyorum hayatımda verdiğim en doğru kararlardan biriymiş, geri dönüp baktığımda artık çok daha mutlu ve huzurlu bir noktada olduğumu görebiliyorum.


💬 Sonuç ve Okuyucuya Mesaj

Mutluluk; ne anlık hazlarda, ne başkalarının onayında ne de toplumun bize biçtiği kalıplarda yatıyor. Gerçek mutluluğa ulaşmanın yolu, bilinçli bir farkındalıkla içsel dengeyi kurmaktan, kendi doğamıza uygun yaşamaktan ve anlam yaratan ilişkilerle hayatı zenginleştirmekten geçiyor. Mutluluğu dış dünyada değil, kendi iç dünyamızda inşa ettiğimizde; kalıcı, gerçek ve doyurucu bir yaşam mümkün hale geliyor.

Tüm bu bilgiler ışığında, şimdi kendine şunu sorman gerekiyor:

Peki sen… Gerçekten mutlu olmak mı istiyorsun, yoksa mutluymuş gibi görünmeyi mi tercih ediyorsun?

Bu konunun devamında, “bilinçli yaşamanın bireysel farkındalık ve toplumsal dönüşüm üzerindeki etkilerini” ele alacağım. İçsel bir devrimle başlayan bu dönüşüm, acaba kolektif bir uyanışa nasıl kapı aralayabilir?

O zamana kadar sevgiyle kalın.

You've successfully subscribed to Cenk Ebret Personal Website
Great! Next, complete checkout to get full access to all premium content.
Error! Could not sign up. invalid link.
Welcome back! You've successfully signed in.
Error! Could not sign in. Please try again.
Success! Your account is fully activated, you now have access to all content.
Error! Stripe checkout failed.
Success! Your billing info is updated.
Error! Billing info update failed.